Sosyalizm ve Yabancılaşma


Marx insanın doğal durumuna yabancılaşmasından söz eder; Komünist Manifesto'da bahsettiği üzere, proletaryanın artık makinenin bir uzvu olması itibariyle, kendi doğal durumuna yabancılaştığını söyler. Fakat bireyin yabancılaşması bilhassa komün bir toplumun eseridir. Ödül mekanizmasının yok edildiği bir "fedakârlık" durumunda, bir sonraki "fedakârlığın" var olabilmesi için, komünizmin kurucu ideolojisi olan -proleter- diktatörlüğün daha haşin bir uygulaması gereklidir. Bu aslında bireyin yok edilmesinin bir sonucudur. Bu kısmı biraz daha netleştireceğim şimdi.

Marx çok iyi kalpli bir insandır. Bunu insan yapısına çok iyimser yaklaşmış olduğundan dolayı dalga geçmek için söylemiyorum. Gerçekten öyledir. İnsan davranışlarında zuhur eden açgözlülük ve cimrilik gibi fenomenlerin kapitalist bir toplumun ürünü olduğunu söylemiştir. Akılcı olmayan ve öfkeyle kalkıp zararla oturan bu bencillik davranışlarının sırf kapitalist bir toplumda değil, en basit küçük yaşamlarımızda bile vuku bulmakta olan şeyler olduğunu söyleyebiliriz. Belki kapitalist toplumda sonuçları -kitleleri etkilemesinden dolayı- daha büyüktür. Ama her bireyin kendi bağlamında kendi benliğine verdiği zarar aynıdır. Sözgelimi insan yapısı o kadar da masum değildir. Bu gibi duygular bencillik üzerine kurulu dünyamızın bastırmakla mükellef olduğumuz varyasyonlarıdırlar. Anarşistler çok haklıdır: Bu gibi duyguların devletin tabakalarındaki birçok bireyde nihayetinde vuku bulacağını ve bir düzende eninde sonunda yozlaşma meydana geleceğini söylerler. Bu duygular; Lenin'in söylediğinin aksine, silahlı işçiler kontrolünde bastırılması gereken kapitalist toplumun eski alışkanlıkları değildir. Bunlar insanın eski alışkanlıklarıdır, hem de en eski. A priori'dir. Şimdi size bir soru sormak istiyorum. Örneğin sokak köpeklerine yemek dağıtacaksınız. Bunu sadece yemin ücretini karşılayarak yapmayı mı tercih edersiniz, yoksa parayı karşıladıktan sonra hayvanlara yemi bizzat vererek yapmayı mı? İkincisini tercih ederdiniz. Çünkü yaptığınız bu iyiliğin sizde uyandıracağı mutluluk duygusuna tanıklık etme ihtiyacınız var. Bu çok temel olan bencilliğimizin erdemidir aslında. Burada bir iyiliği açıktan ya da gizliden yapmaktan bahsetmiyorum. Pekala kimsenin haberi olmadan yaptığınızı düşünün bu yardımı. Köpeklerin yemeği ne kadar iştahla yediğini ve size karşı ne kadar minnettar olduklarını gözlerinde göreceksiniz. İyiliği yapmamıza sebep olan bencilliğimizin mutluluk istencidir. Nitekim iyilik yapmanın insanda uyandırdığı bu mutluluk da, dünyadaki en temiz duygulardan birisidir; bencilliğin alışılmış kötü itibarı bu konuda bizi yanlışa sevk etmesin. Kant'ın -istisna tanımayan- ödev ahlâkı bir saçmalıktan ibarettir ve eylemlerimizde çıkarcı ahlâkımız söz konusudur. Bencillik ve fedakârlık üzerine şu videoyu izleyebilirsiniz.

Bireyin yapısı budur ve bunun farkındalığı her şeyden önce gerekli olan bir şeydir. Sosyalist bir devlet, işte bireyin yapısında olan bu çıkarcı ve ödül mekanizmasına dayalı durumu yerle yeksan eder. Ve aslında kapitalizmin bireyi yabancılaştırmasından yakınan sosyalizm bireyi uzaktan yakından tanımaz. Özellikle komünizmdeki "herkes yeteneği kadar, herkes ihtiyacına göre" savları kulağa belki adil gelse de adaletsizliğin daniskasıdır. Çalışan bir birey yeteneğinin ortaya koyduğu artı değeri bu durumda diğer insanlara bağışlamış olur; dolayısıyla koyduğu şey daha az ve aldığı şey daha fazla olan bir insan bariz olarak bu insanın üzerine yapışmış bir kenedir. Eğer bu kenenin çalışmayacak durumda ve yardıma muhtaç bir insan olduğundan bahsediyor da, bu bağışçının çok erdemli olduğundan bahsediyor iseniz; bu bağışçıya yaptığı iyiliğin yarattığı mutluluğu çok görecek kadar kötüsünüzdür. Sosyalist devlet bu noktada bireye ödev ahlâkını dayatarak bireyi yabancılaştırmaktadır. Madem Hegel diyalektiğine düşkünsünüz, ben size söyleyeyim o zaman: Ödülünü almayan birey, ileride "ben keriz miyim?" diyecektir. Devlet bana şöyle şöyle bir çözüm sunmaya kalkışır: "Tamam o halde, birbirinizi buluştururuz ve iyilik yaptığın insanın mutlu olduğunu görüp iyi hissetmeni sağlarız." Ödül verecekmiş yani. Babababa. Herkesin eşit olduğu bir toplumdan bahsediyoruz. Kim kime dum duma yani. Herkesin birbirine eşit olduğu bir toplumda kimse kimseye minnettarlık duymaz. Buradaki paradoks, ortadaki sömürünün devlet eliyle iyiliğe dayatma kılıfına sokulmasına hiçbir koşulda izin vermiyor. Muhtemelen tıpkı kapitalizmin insanı yabancılaştırması gibi, sosyalizmde insanı doğal durumuna yabancılaştıracak ve tarihsel materyalizm(!) neticesinde keriz olduğunu fark eden sınıf devrim yapacaktır. Belki de bu olası devrimin dalgalarını sönümleyebilecek diktatörlüğe sahip nihai yönetim sistemi de komünizmdir. ehehe. Dolayısıyla Marx belki de tarihsel materyalizmin gereğini yapmayıp komünizmden sonra bir sistem öngörmeyerek daha mantıklı bir öngörüde bulunmuştur. Kim bilir.

Sonuçta sosyalizmin, komün yaşamın birçok eleştirisi bir yana, kapitalizmdeki yabancılaşmadan yakınarak bireye daha beterini yaptığını, ortaya koyduğu bu çelişkinin altını çizerek göstermek istedim. Kısa bir yazı oldu; fakat öz bir yazı olduğu kanaatindeyim. Umarım kendimi ifade edebilmişimdir. Selam.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder