Siyaset Felsefesi Ve Ben

Selam Lâedrî.Görüşmeyeli daha doğrusu bilgisayar ekranında kendimle konuşmayalı epey vakit oluyor. Aslında siyaset felsefesine girişle ilgili hafif bir şeyler yazacaktım ama ruhum sanki karanlığın içinde bağlanmış vaziyette. O yüzden şu an biraz içimden gelenlerden bahsettikten sonra girebilirsem gireceğim asıl konuya. Bak bu sefer çalışma odasının tek renkli masasına bakarak yazmıyorum. Manzarımı değiştirdim denizin karanlıklarına,yanan birkaç sokak lambasının çiçeklerin üzerinden bozuk yola düşürdüğü gölgelere bakarak yazıyorum. Karşımdaki camdan kendime bakarak yazıyorum. Ama ne yazdığımı ben de hala bilmiyorum. Bu aralar şunu farkettim, bence dünyanın en gereksiz konusu gündelik siyaset çünkü (bilmiyorum bu hislerimi hissettiğim şekliyle buraya aktarmak o kadar kolay değil)... Siyaset bilimini ya da siyaset felsefesini küçümsemek gibi bir niyetim yok (bahsettiğim şey de o değil zaten).Benim haddime de değil zaten ama dünyada çok daha güzel,insanlar ölüp gitse de,tarih baştan yazılsa da,zamanın tohumları tüm kabirlerin üzerinden tekrar filizlense de ve çağlar atlansa da yitip gitmeyecek olan ebediyen kalcak olan ufak bir çocuğun kalbinden yetişkin bir adamın bileklerine nakşedilecek ve en sonunda yaşlı bir insanın soğuk yüz ifadesi ve kırışık göz altlarıtla kabire götüreceği anlamlar,değerler ve düşünceler var. Ölümün öldüremediği ''şeyler'' var. Hayatımızı bahar ayından sonbahara uzanan bu rüzgarların oradan oraya taşımasına ve yıpratmasına izin vermeyelim diyemem çünkü biz cüz-i iradesiyle yaşayan varlıklarız ama bu rüzgarları görelim,görelim ki meltemlere kanıp mutluluğa aldanmayalım ya da kırkikindi yağmurlarından içimize uzun kasvetler çökmesin. Birbirimizi aynı toprakta biten bitkilerken gereksiz hırs ve bilgisizliklerle arsalaştırmayalım. Her şeye rağmen benim insanların çoğuna bir sevgim yok ama düşümde ürettiğim insan ideasına saygım ve muhabbetim var. Ne dediğimin belki de pek belli olmadığı metaforik anlatımların içinde anlamların kaybolduğu bir yazı oldu ama sonuçta bu böyle olacaktı böyle olmalıydı. Evet kendimi hazırladım sanki biraz. Şimdi girebiliriz siyaset felsefesine. He bu arada uzun bir yazı olacağını pek düşünmüyorum şimdiden diyeyim.
Siyaset Felsefesinin amacı nedir? Ne yapmak nereye varmak istemektedir? Siyaset Felsefesi,insanların toplumla,politik otoriteyle ilişkilerini birey-devlet ilişkilerini incelemesinin yanı sıra siysal iktidarı, iktidarın meşruyetini,yönetim biçimlerini ele alan bir felsefe dalıdır. Herkesin aşina olduğu devlet,toplum,demokrasi,adalet,eşitlik gibi de çok temel kavramları vardır. Bunlara da yazının ilerleyen kısımlarında gireceğim.Bu arada siyaset felsefesi ile siyaset biliminin karıştırılmaması gerekir. Siyaset bilimi olanı,mevcut durumları ele alıp pozitif bir analizi hayata geçirirken siyaset felsefesi olması gerekeni, iyi bir sosyal hayatın nasıl olacağını,iyi bir yönetim biçiminin nasıl olacağıyla ilgilenir. Yani siyaset felsefesi normatif(kural koyucu) bir disiplindir. Her felsefe disiplinin konu ve problemleri olduğu gibi siyaset felsefesinde de vardır. Bunlar ebedi-ezeli ve lokal problemler olmak üzere ikiye ayrılır. Evrensel problemlerle kast edilen yaklaşık 3 bin yıllık siyaset f. tarihinin her döneminde olan ortak problemlerdir. Mesela iyi bir yönetimin nasıl olacağı gibi. Tabii ki bu konuda da farklı düşünceler öne sürülmüştür. Atina'da hüküm süren doğrudan demokrasiye rağmen Platon ve Aristoteles demokrasiye çok iyi bir gözle bakmamıştır. Onlar için iyi bir yönetim, yöneticelerin çokluğundan ziyade yöneticilerin hukuka bağlılıkları,bilgelikleri ve kendi çıkarları yerine bütün halkın çıkarlarını düşünmesiye gerçekleştirilebilirdi. Nitekim platon kendi döneminin demokrasisinden umudu kesmiş ve ütopyasında yarattığı ideal devlette filozofları yönetici yapmıştır. Platon ideal devlet, yönetici sınıfı nasıl olmalı gibi konulara ciddi mânada kafa yormuş bir filozoftur. Onun dönemimde olmayan hatta ondan yüzyıllar sonra parıldayacak olan liberalizm,komünizm,faşizm,muhafazakarlık benzeri modern ideolojilere doğal olarak değinmesede komünizmin temellerini kırıntılarını onun ideal devletinde bulabileceğimizi söyleyenler de olmuştur. Örneğin onun ütopyasında doğan çocuklar ailesinden alınarak devlet idaresinde büyütülmeye bırakılır ki ileride kimse kimseye torpil yapamasın. Böyle ortak kullanımlar vardır. Burada pek durmak istemiyorum. Önemli kavramlardan bahsedeceğim şimdi.

Devlet Nedir? Klasik devlet tanımında devlet oldukça genel ve geniş bir biçimde toplumdaki egemen yönetim örgütü olarak tarif edilir. Bu tarifte yönetim yapısı üzerinde durulmadığı için ister Roma İmparatorluğu ister bir kabile isterse Yunan kent devleti olsun farketmez.Yönetim teokratik ilkelere de dayanbilir geleneksel ya da modern bir devlette olabilir. İkinci ve daha özel bir devlet tanımı ise ortaçağdan sonra bireyciliğin doğuşuyla ortaya çıkmıştır. Belli bir coğrafya üzerinde mutlak bir kontrole sahip seküler ve ulusal örgüte vurgu yapar. Burada sekülerlikten şu kast edilmektedir; sözgelimi Antik Yunan'da her kent devletinin bir Tanrısı olmak durumundaydı. Böyle bir durumda devlete sadakatve itaat aslında o Tanrıya yapılan sadakat ve itaatı. Oysa modern devlet, otoritenin Tanrı'dan türetilmemesi  veya yüksek bir amaçtan çıkarsanmamsı anlamında seküler bir gücü temsil eder. Öte yandan modern devlet mutlak egemenliğe sahip bir güç ya da kurumlar bütününü ifade eder.Toplumdaki bütün diğer grupların üstündeki bir güçtür. Ve devletin coğrafyası da onun temel bir özelliğidir çünkü sahip olduğu sınırlar içinde kalan bireylere düzen tesis eden bir siyasal örgüttür. Bu yüzden devle halk,ülke ve politik otorite gibi üç temel öğeyi de ihtiva eden bir siyasi örgütlenmedir. Bununla beraber modern ideolojilerin devlet sözcüğünden farklı kavramlar türetmiştir.Mesela faşizm devleti ilahlaştırıken liberalizm devleti bireylerin hak ve hürriyetlerini korumak bir arada yaşamalarını sağlamak için var olan asgari rollere sahip bir yapıya indirir.Bu arada muhafazakarlıkta genel olarak güçlü bir devletten yana gibi görünür ama bu muhafazakarlığın her türü için geçerli değildir çünkü onlarda aile,din ve gelenek benzeri kurumların korunmasına yönelik bir duyarlılıkla devlete bir sınırlandırma getirir. Sosyalizm ise devleti geçici bir kötülük olarak görür.Devletin,egemen sınıfların(burjuvaların) çıkarlarını temsil eden dolayısıyla statükonun devamını sağlayan bir araç olarak görür. Bu yüzden devletin herkesin çıkarlarını gözetecek bir yepıya dönüştürülmesini savunur ama egemen sınıfın çıkarlarını temsil ettiği için yani devlet polisi,askeri,mahkemeleri ve yoğun bir iktidarı temsil ettiği için bu dönüştürme barışçıl bir yoldan olamaz. Devlet için farklı şeyler düşünseler de dört görüşte devletsiz olunamayacağını kabul eder. Tabii bunların karşısında insanların devlete itaat etme gibi bir yükümlülüğünün olmadığını, devletin insanın özerkliğine zarar verdiğini söyleyen anarşizm bulunur. Sosyal düzenin devlet olmadan da tesis edilebileceğini savunur ama günümüzde hatta tarihte birbirine yakın farklı toplulukların bulunduğu yerleşkelerde de böyle bir şeyin olamayacağı bariz bir şekilde ortadadır.

Toplum Sözleşmesi Nedir? Devleti açıklamaya yönelik bir teoridir ve düşünce üzerinden kurulmuştur. Hobbes,Kant,Locke,Rousseau,Spinoza gibi düşünürler tarafından geliştirilip benimsenmiştir. Söz konusu tüm toplum sözleşmelesi teorisyenlşeri, insanların ilk başta devlet yokken bir doğa durumundayken bu duruma son vererek bir sözleşme ile devleti tesis ettiklerini kabul eder. Devlet yokken güvenlik güçleri,pozitif hukuk ve mahkemeler de yoktur tabii ki. Hobbes doğa durumundaki insana karşı olumsuz bir görüş benimsemiştir. Hobbes doğa durumundaki insanların birbirlerine eşit olduklarını,bu eşitliğin ise herkesin kendi varlığını sürdürmek için istediklerini yapmak durumunda olması anlamına geldiğini ve özü itibariyle bencil olan insanın barışçıl ve düzenli bir toplum yaratma yeteneğinin bulunmadığını söylemiş ve ''insan insanın kurdudur'' demiştir. Oysa Locke'un doğa durumundaki insanla ilgili görüşleri daha olumludur.O,insanların en azından iyiyi kötüyü ayırt edebileceklerini ve Tanrı'nın yasalarını tanıyıp bu yasalara itaat edeceklerini,doğa ve aklın yasalarına uygun eşitlik,özgürlük ve barış içinde yaşayabildikleri bir düzen tesis eder. Yani onda savaş sadece potansiyel bir tehdittir. Bu yüzden Locke,insanların sözleşme ile devleti oluştururken ona sadece,doğa durumunda sahip oldukları hak ve özgürlükleri korumak ve ihlal edenleri cezalandırmak yetkisi vermiştir.Kitapçılarda Toplum Sözleşmesi ismiyle en meşhur olan düşünür ise Rousseau'dur.O,doğa durumundaki insanın''peri'' gibi olduğunu yani kimsenin kötülüğünü istemediğini iyi özgür ve mutlu olduğunu savunur. Ona göre bu durum bir arazinin etrafını çitle çevirip''burası benim'' diyen insanın mülkiyet talebiyle bozulmuş ve en nihayetinde mülkiyet haklarını korumak için kurumlar tesis edildiğini söyler.Hobbes güvenlik,locke ve Rousseau ise devleti eşitlik zemini üzerinden meşrulaştırmıştır.Bu düşünürlerden yaklaşık iki yüz yıl sonra ortaya çıkan John Rawls ise devleti adalet temeli üzerinden meşrulaştırmıştır.Ona göre başlangıçta toplumu meydana getiren özne ya da failler tam bir bilgisizlik içindeydiler.Buradan yola çıkarak iki temel ilkeye ulaşır.Birincisi herkesin benzer bir özgürlükle bağdaşan en yüksek derecede özgürlük hakkına sahip olduğu ilkesidir. İkincisi ise toplumsal ve ekonomik eşitsizliklerle en olumsuz,en dezavantajlı durumda bulunanlara en çok yarar sağlayacak şekilde mücadele edilmesi.Hizmetlerin hakça bir fırsat eşitliği temelinde herkese açık olmasından da bahseder. Bu konuda yeterli bilgim yok ama teorisyenler bu varsayımlarda bulunurken belli bir şeye saplı kalıyorlar ve sosyolojik boyutları atlıoyorlar.Belki devlet sonradan tesis edilmek yerine insanların çoğalması ve birleşmesi ile bir süreç içerisinde bir oluş gerçekleştirmiştir.

Demokrasi,sen kimsin? Demokrasi ''halkın yönetimi'' yani ''halkın,halk tarafından halk için yönetimi olarak tanımlanır.Yunanca demos(iktidar) ve kratia(yönetim) kelimelerinden türemiştir.Demokrasi ikiye ayrılır.Halkın kendi kendini yönetmesinden oluşan birinci türü doğrudan demokrasidir. Bu klasik demokrasidir. Halkın bütününün katılımı ya da seçtikleri temsilciler aracılığıyla''temsili demokrasi''yoluyla gerçekleşir.İkinci türü ise bizi iki kapıya çıkarır. Bunlardan birincisi Batı demokrasisinde kullanılan bir ölçüt olarak her önemli politik kararı halka bağlamaktır.İkinci ölçüt ise yakın zaman öncesinde Doğu Bloku ülkelerinde kullanılan ve politik kararların halkın gerçek çıkarlarına hizmet ettiği sürece demokratik olduğunu dile getiren ölçüttür.Birincisi liberal demokrasiye ikincisi halk demokrasisine götürür.Halk demokrasisi öncü parti ve entelektüellerin halk bilgisizlik içindeyken bile onların çıkarlarını yansıtma modelidir.Bu ayrımdan sonra gelelim demokrasinin en büyük meziyetlerine .Bir kere en büyük erdemi hatalarını telafi etme imkanının olmasıdır.İkinci olarak ise bireylere kendi kaderlerini tayin etme yekisi vermesidir ama burdan demokrasinin kusurlarına hızlı bir geçiş yaparsak halkın bilgisizlik içinde bulunduğu bir durumda yolun sonu selamete çıkmayabilir.

Sonlara doğru.Burada birkaç temel kavrama değineceğim.Liberalizm bireyi temel alan bir ideolojidir.Bireyin en yüksek değer kaynağı olması nedeniyle onu sınırlayabilecek bir politik öğreti olamayacağını öne sürer ve bireyinin amacının kendisini gerçekleştirmek olduğunu savunur. Bunun yanında komünoteryanizm ise iki türde bilinir. Negatif türü cemaatçi,lik yani liberalizm karşıtlığıdır.Bu Marksistlerin komünist toplumunda da faşizmin milli topluluğun bölünmezliğine yaptığı vurguda da görülebilir. Kişinin toplumdan soyutlanmış olacağını kabul etmez ve her zaman kişinin mensup olduğu cemaat-topluluk tarafından yapılandırıldığını söyler.Pozitif yönünde ise,bireyin hayatı cemaatin değerleri kolektif ve kamusal değerler tarafından inşaa edildiğinde daha iyi ve sağlam olacağını iddia etmesidir.Siyaset felsefesinin epistemolojik boyutuna girmek istemiyorum. Zaten yazıyı yazarken biraz sıkıldım yani istediğim kadar güzel olmadı.Kendine iyi bak Laedri. Bir dahaki yazıda umarım Eminem gibi geri dönüş yaparım :).