Freud’a göre insanda kökensel varolan dürtüler, gerilim-çatışma açısından, uygarlık için insan ve toplumda hangi sorunlara yol açabilir?

Freud’a göre insanda kökensel varolan dürtüler gerilim-çatışma açısından, uygarlık için insan ve toplumda hangi sorunlara yol açabilir? Başlangıçta bu konuda tartışabilmek için Freud ve onun düşünce dünyasını iyi tanımak gerekir. Freud için şu anda üzerinde yaşadığımız dünyanın onu derin bir şekilde etkilemiş olduğunu söylemek yanlış olmaz. Etrafımızda gördüğümüz herhangi birine ünlü bir ismi sorsanız sanıyorum ki onun adını duyacaksınız. Buradan da onun alanında ne denli büyük etkiler yarattığını anlayabiliriz. Öte yandan Freud’un ilginç kişiliğinden bahsetmeden olmaz. O evrensel olarak tanınan, önemli entelektüel bir şahsiyet, diğer yandan sık sık sevilmeyen bir figür olmuştur. Bu da onun karakterine bir atıftır. İnsanlar tarafından sevilmeyen bir figür olmasını açıklamak gerekirse, o insanlara sık sık duymak istemeyecekleri iddialarda bulunmuştur. Sevilmediği kesim ile bir sohbet içerisinde bulunacak olsanız sanıyorum ki size saçma sapan sözler söylediğini, akıl almaz ithamlarda bulunduğunu iletecektir. Peki ne söylemiş olabilir? Çok bilinen bir örnek vermek gerekirse, Freud’a göre bazı mimari eserler bilinçaltı tarafından penisin bir temsili olarak geliştirilmiştir. Bununla birlikte, sıkça gündeme getiriline penis kıskançlığı teorisini geliştirmiştir. Penis kıskançlığı Freud’a göre bütün kadınların içerisinde sürece dahil olduğu bir gelişimsel dönemi tanımlar. Bu açıklamaya göre, gelişimin bir noktada bir penise sahip olmadığınızı keşfedersiniz. Bu çoğu insan için dönüm noktasıdır. İçinde bulunduğumuz toplum her bir bireyi bu noktada kastre edildiğini düşünür, siz dahil. Daha da açıklamak gerekirse, bir penisiniz vardı ve birisi bunu sizden alıkoydu. Bunun üzerine sizde çevrenizdeki en yakın erkeğe yönelirsiniz yani babanıza. Ardından ona aşık olursunuz. Bunun nedeni sadece ve sadece onun bir penise sahip olmasıdır. Babanız bir başka deyişle sizin için bir ‘‘penis vekili’’ olur. Annenizi ise reddederseniz, o da bir penise sahip olmadığı için en az sizin kadar değersizdir. İşte bu konu sizin psikoseksuel gelişiminize bir yön verir. Freud’u tanırken sadece bu tarz konulara hakimseniz, onun hakkında pek de iyi bir bakış açısına sahip olmayacaksınız. Fakat onu değerlendirirken iddiaların özünde yer alan daha ilginç düşünceler insanların zihinsel yönelimine yönelik iddialardır ve bunlardan ikisi şunlardır; bu iki temel iddia bilinçdışılığın varlığını, bilinçdışı istemi, bilinçdışı dinamikleri ve zihinsel yozlaşmaya yol açan bilinçdışı çatışmaları içerir.Freud’un yaşadığı dönemde henüz sosyal psikoloji gelişmemişti.O nun öncesinde psikolojik sorunlar günümüzün tabiriyle bir tür “trip”,kapris,karakter bozukluğu,irade yoksunluğu veya sinirsel dejenarasyon olarak görülüyordu. Anlayacağınız üzere toplumda gereken önem gösterilmiyordu .Freud bu tür problemleri bilim tarafından ele alınmaya değer olduğunu öne sürerek bu yönde çalışmalarına hız verdi.Bunun neticesinde gelişen toplumda çalışmalarının sonucu olarak hastaların kişiliklerine olarak geleneksel bakış açısını değiştirdi. Freud’u bu yönleriyle konuştuktan sonra sanıyorum ki artık sorunuz için daha iyi bir sohbet gerçekleştirebiliriz.İnsanda varolan kökensel dürtülerin uygarlık üzerinde çatışmaları-gerilimleri nelerdir? Bundan önce uygarlık nedir? İnsanoğlu içinde bulunduğu zorluklara ve sorunlara rağmen yaşama isteğinin etkisiyle çeşitli çabalarda bulunmuş,çabalardan öteye gidip dürtülerini bastırarak uygarlığın temellerini atmıştır. Neden çabalardan öte dürtülerini bastırmak daha büyük bir kazanım haline gelmiştir? Sizce bu öylesine bir söylem midir yoksa üzerine detaylı muhakeme yapılması gereken bir durum mudur? Bana sorarsanız üzerine detaylı bir inceleme ve okuma yapılması gereken bir konudur. Zira, benim düşüncelerimi unutalım, Aristo, Schopenhauer, Freud, Platon gibi düşünürler de bunun uygarlık açısından önemli bir konu olduğunu düşünmüş ve üzerine eserler yazmışlardır. Freud üzerinden bu konunun üzerine gidecek olursak; O kişinin ve kişiye ait ruhsal yapının anlaşılabilmesinde, üzerine herhangi bir bilgiye sahip olmadığımız fakat semptomlarıyla varlığını kabul etme gereğini duyduğumuz ruhsal bir süreç olarak bilinçdışının hesaba katılmasının önemli olduğunu düşünmektedir. Ruhsal yapının en iyi incelenebilirlik alanı olarak ise rüyaları göstermiştir. Ona göre rüyalar, ruhsal durumumuzu ortaya koymak istemelerin yani dürtülerin yapısını görebilmek için en iyi alandır. Tabii ki o böyle düşünürken onunla aynı düşünceyi paylaşmayan bir çok insan vardı.Örneğin, Parmenides rüya için, kişinin duyuları gibi aldatıcı olan bir öge olduğunu öne sürerken öte yandan Platon Devlet’te insanda doğuştan gelen bozuk isteklerin de olduğunu kişi uyurken bu isteklerin insanın hayvan yönünün ayağa kalması olarak tanımladığını düşünmektedir. Aristoteles bu konuda, rüyayı aklımızda gizli bir örtü olduğunu ruhumuzdaki akılsız yanımızın insani olmayan bir erdemin kendini beslediği yer olarak belirtmiştir. Anlayacağınız üzere, bu konuda felsefe de dahil birçok alanda cevap aranmıştır. Freud’un ise bu konuda en çarpıcı çalışmaları yaptığını söyleyebiliriz. Ona göre kişi bilinçliyken ulaşamayacağı anılara sahiptir. Kısaca rüya “bilinçli ve bilinçsiz dürtüler arasındaki çatışma ve uzlaşmanın sonucudur” (Freud,s.37) Bu uzlaşmanın da bir sonucu olarak insanoğlu yüzyılları bulan gelişimini sürdürmüştür. Bu uzlaşmanın son bulduğu alanlarda ortaya çıkan çatışmaların sonucunda ise özellikle belirtmek gerekirse savaşlarda ortaya çıkmış insani olmayan yüzüyle karşı karşıya gelmiştir. İnsan yaşamını sürdürebilmek, neslini devam ettirebilmek ve uygarlığını koruyabilmek için bilinçli ve bilinçsiz dürtüleri arasındaki uzlaşmayı sağlamak zorundadır. Sağlayamadığı takdirde ilerleyen zaman içerisinde kendi neslinin yok olmasıyla dahi karşı karşıya kalabilir. Küçük çatışmalar ise, onun yaşamının refah seviyesine karşı olan bir tehdittir. Unutulmamalıdır ki, insan doğar doğmaz dürtüleriyle dünyaya gelir, yaşadığı toplumun etkileri ve ebeveyninin katılarıyla bir düşünce sistemine sahip olur. Tabii ki burada erişen bireyin kendini geliştirmesi de bir değişkendir. İnşa edilen düşünce sistemi aynı zamanda insan oğlunun neslini sürdürmesine istenilen refah bir toplum yapısına yönelik oluşumdur. Bu oluşum sürecinde toplum-ebeveyn, üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmediği takdirde ortaya tecavüz cinsel istismar şiddet sahtekarlık gibi durumlar çıkabilir ve yaygınlaşabilir. Bunun önüne geçmenin yani refah-ahlaklı bir toplum inşa etmenin en iyi yolu ise erişen neslin, farkındalık kazanarak iyi bir şekilde yetiştirilmesidir. Unutmayın ki insan eğitilmez, yetiştirilir!