Ortaya Karışık

** Girişte okura küçük bir not: Farkettim ki kısa bir sürede bu yazının görüntülenme sayısı çok daha üzerinde durduğumuz ve önemli olduğunu düşündüğümüz yazıları geçti. Bu yüzden blogu sadece bu sohbet yazısıyla tanımanızı istemeyiz. Deizm Mümkün müdür ?İki Cambaz Bir İpteSosyalizm Ve YabancılaşmaTanrının Görünmez Eli ve Mutluluğun Sarp Yokuşu yazılarını önerebiliriz.

Kafamın içinde 10 tane sekme açık. En azından bunların bir kısmını kapatabilmek için bu yazıyı yazmam gerektiğini düşündüm. İşin açıkçası nasıl yazacağım hakkında pek bir fikrim yok. Çünkü daha kafamın içinde bile tam oturtamadığım şeyleri yazarken oturtma girişimindeyim.
Bir müslüman, toplum içinde nasıl davranmalı ? Aslında sorunun kapsadığı alan çok geniş olsa da benim kast ettiğim şey çok daha küçük çaplı. Sorumun özü şu ''bir müslüman kendisini toplum içinde nasıl ifade etmeli''? Yani diyelim ki arkadaşlarınızla oturuyorsunuz, muhabbet ediyorsunuz veya pek tanımadığınız herhangi bir topluluğun içindesiniz ve bazı konuşmalar dönüyor. Bu ortamlarda hissettiklerinizi, düşündüklerinizi ya da söylemek istediklerinizin hepsini tamamiyle söylemeli misiniz ? Yoksa ortamın akışına mı ayak uydurmalısınız ? Bu yazıyı buraya kadar okuyan kişi benim hislerimi ve düşünce dünyamı tam olarak-doğal olarak- bilemediği için çok kolaylıkla şu cevabı verebilir: tabii ki kendisini olduğu gibi karşı tarafa aktarmalı ve anlatmalıdır. Çekinmemelidir. Bu cevabı kolay bir şekilde verebilen insanların büyük çoğunluğu için diyebilirim ki Allah düşüncesi ya akıllarına pek fazla gelmiyor ya da geldiğinde pek fazla durmuyor. Yanılıyorsam önce Allah'tan sonra incittiğim kişiler olursa onlardan özür dilerim çünkü yaptığımın biraz acımasızca bir niyet okuma olduğunun farkındayım. İlgi alanlarınız bambaşka şeyler olabilir. Bambaşkalıktan kastım teoloji ve felsefeden (bu ikiliye muhabbetin devamında ağır şeyler diye hitap edeceğim) farklı olan konular. Sahip olduğunuz bilgiler daha kalıcı ve aslında çok önemli olmak yerine sabun köpüğü gibi uçucu şeyler de olabilir. Bu benim umrumda değil. İnsanlar kendilerini ifade ettikleri bilgilerin, duygu ve düşüncelerin etkisizliğinin, uçup gidici olduğunun ne kadar farkında. Çoğu çok da farkında değil. İşin güzel tarafı bu da benim umrumda değil. Benim kendimi üzmeme neden olan şey ise insanlar etrafta bu bilgilerini, duygu ve düşüncelerini ifade ederken üstüne çok durup ''acaba bunları söylemeli miyim '' diye düşünmüyorlar. Bunu o insanları basitleştirmek için falan demiyorum. O insanların sahip oldukları hayatı, hissettiklerini ve edindikleri bilgilerini anlatmak için kendilerini öyle kasmalarına ya da acaba yanlış anlaşılır mıyım gibisinden düşünmelerine çok ihtiyaçları yok. Bunu demek istiyorum. Çünkü sabun köpükleri çok dayanıklı değildir. İşte bu nokta beni üzüyor çünkü ben kendi hissettiklerimi anlatmak bir kenara dursun birisi muhabbetini açmadıkça hatta özellikle bir soru yöneltmedikçe kendi bildiklerimi dahi rahatça anlatamıyorum ki genelde de anlatmıyorum zaten. He burada şey de yapmıyorum. Ooo ben çok müthiş şeyler biliyorum, çok şey biliyorum kafasında falan da değilim. Neyi bilip neleri bilmediğimin farkındayım. O yüzden bu konuda mütevazi olmadan şunu söyleyebilirm ki pek fazla bir şey bilmiyorum. Ama konu ne kadar çok şey bilindiği değil bilinenlerin ne kadarının ne kadar rahat bir şekilde anlatılabildiğiyle alakalı. Neyse... Hatanın büyük kısmı bende de olabilir diyeceğim ama kendimi tanıdığım kadarıyla düşündüklerini konuşurken ifade etmekte çekinen birisi değilim. Hele konu ağır şeylerle ilgili değilse çok çok rahat bir şekilde konuşurum. O zaman sorun toplumda mı diye düşündüğümde, toplumu biraz suçlayabilirim diye kendime hak tanıyorum ama bunu yapmak kendimi çok aciz hissettiriyor. Çünkü bir şey yapmak isteyip onu yapamayınca ''abi bize imkan vermediler ya '' demek benim gönlümü ferahlatmıyor. Kaldı ki kendim gibi düşünen hisseden insanlarla bir araya geldiğimde bu ağır konuları konuşurken de çok gerilmem öyle-hissettiklerimi söylemek yine hariç tabii-. O zaman galiba sorun algılarda. Galiba sorun zihinde oluşan din kavramında. Din sadece üstüne tartışma yapılacak bir entelektüel tatmin aracı değil. Ya da müslümanlar için konuşursam din sadece günün belli vakitlerinde ibadetleri yapmakla sorumluluklarımı yerine getiriyorum oley dedirtecek bir şey de değil. Kuran'dan benim anladığım Allah-alem-insan ilişkisi sürekli ve her daim olan süregelmekte olan ve kesintisiz bir irtibat. Tabii ki insanlar günlük koşuşturmaca içinde kaybolurken her daim Allah'ı hatırlayamayabiliyor. Ben de bu gruba dahilim ve durumun üzücü olduğunu söyleyebilirim. Ama olabildiğince Allah'ı hatırlamak gerek. Kuran'da zikrin önemi defalarca vurgulanmaktadır. Zikir oturup elimize tesbih alıp 3000 kere La İlahe İllallah demek de değil. Zikir uyanık bir bilinçle ve Kuran'ın inşa ettiği zihinle evrene ve kendi içimize bakıp her bakışımızda hayret ve şükür hali içinde bulunabilmek yani Allah'ı hatırlamaktır. Şu dünyaya baktığında insan, insanın bu dünyaya sadece hayatta kalmak ve üremek için gelmediğini rahatlıkla anlayabilir. Bizim zihnimizin kapasitesi bunların kat kat üstünde. İnsanı değersiz göstermek için hep koca koca yıldızları örnek verirler ya hani sanki önem fiziksel boyutla ilişkiliymiş gibi. insanın o koca koca yıldızlar üzerine düşünebildiği yerde daha yıldızın kendi varlığından haberi dahi olmadığını hesaba katmazlar ama. Zihniyle evrenin soluk karanlığına anlam verebilen insanın yaşama amacı sadece daha fazla karşı cinsten biriyle ilişki içinde bulunmak veya heva ve heveslerini ilah edinmek olamaz. Olmamalı. He bir dine inanmadığım müddetçe bu söylediklerimi ne kadar temellendirmeye çalışssam da havada kalacağını biliyorum. Onun için benimle aynı inancı paylaşanlara ya da monoteistlere hitap ediyorum. Müslümanlar putların çok eski zamanlarda kaldığını düşünüyor. Artık İslam coğrafyasının böyle bir bedbahtlıkla iç içe olmadığını düşünüyor. Ama kainatı yöneten velilere inanıyorlar ya da kendi isteklerini heveslerini düşüncelerini-aslında kendilerini- ilah ediniyorlar, putlaştırıyorlar. Paraya, makama, prestije veya daha çok eğlenmeye tapıyorlar. Tapmak illa fiziksel olarak öünde secde etmek midir ? Bir şeyi hayatının merkezine koyarsan ve artık onun için yaşayıp onun kulu olursan ona tapmış olmaz mısın ? Niçin hayatımızın mihenk taşı olması gereken şeyleri yeteri kadar önemsemiyoruz da yarın okuldan arkadaşların yapacağı içme etkinliğini daha çok önemsiyoruz. Niçin mutlu olmak için bu kadar uğraş veriyoruz. Bu dünyada mutlu olmamız gerçekten çok önemli mi?  Evet bu soruyu sadece kendime soruyorum. Hem mutlu olmamın o kadar önemli olmadığını düşünüyorum ve bu yalnız hissedişimin beni Allah'a daha çok yaklaştırmasından dolayı da duyduğum huzuru kendime söylüyorum. Ama bir yandan da dünyada mutlu olamamamdan kaynaklı depresif halimin beni götürdüğü yıkımı an be an canlı olarak izliyorum. Bu konuda artık nasıl davranmam gerektiğini belirlemem gerekiyor. Ya mutlu olma çabasını bir kenara bırakıp bu halimle yaşamayı kabul etmem gerekiyor. Ya da dünyada hakikatten küçük oranlarda pay alan mutluluk kırıntılarıyla beslenmem. Hangisini seçeceğim bilmiyorum lakin bu konuda kendimle tartışmayı keseceğim artık. Dünya hayatına açık gözlerle bakan her insan bu hayatın mutluluktan daha çok üzüntüye yakın olduğunu görecektir. Burada iyilikle kötülükten bahsetmiyorum. Sadece üzüntü ve mutluluk. Bir kere maneviyatla aramızda çok kuvvetli bir biçimde çekilmiş olan maddiyat çiti var. Allah'tan uzağız. Ruhlarımız kafeste kısılıp kalmış muhabbet kuşları gibi. Tabii bu karamsar bakış açısıydı. İyimser bakış açımsa bu evreni de maddiyatı da yaratanın Allah olmasından dolayı gerçek huzur ve saf mutluluk olan Allah'a ulaşmak ya da yarattıklarına bakıp yaratanın güzelliğinden hayret bulmak için bu dünyayı ve maddi dünyayı, fenomenleri çok da ötelemememizle ilgili. Bence orta yolu tutturmalıyız. Ne bu dünyada salt mutluluğu bulabiliriz ne de yaşadığımız süre boyunca bu dünyayı ötekileştirerek mutluluğa erişebiliriz. Bu dünyayı ötekileştirmek demek Allah'ın yarattığı bir güzelliği yok sayarak eksik bir mutluluğa ulaşmak demek. Bu dünyaya değil bu dünya içinde Allah'a bağlanarak mutlu olabiliriz. Gerçi bu bir matematik formülü değil sonuçta dünyada imtihan dünyası. Mutlu olmayı çok da beklemeyin. Hahahaha kendimle çelişip duruyorum. Konuda bayağı dağıldı bu arada. Bildiklerimi anlatırken çekiniyorum çünkü müslümanlar bu konuları hayatlarının merkezlerine koymuyorlar. Kimisi sadece dini şaka yapmak, trollemek için kullanıyor. Kimisi yalnızca ihtiyacı olduğu zamanda. Ontolojik olarak bile çok büyük bir önemi değeri olan dinin benim için de önemi değeri çok büyük. Kimseye söyleyemediğim gibi buraya da Allah'a karşı hissettiğim o derin duyguları yazamayacağım. Ama güzel duygusal bir şarkı dinlediğinizde, manzaraya karşı gece vakti baktığınızda, tek başınıza bankta oturduğunuzda hatta ve hatta toplum içinde sevdiğiniz insanlarla beraberken bile aklınıza Allah geliyor mu ? Ya da durup dururken insanalar n'oldu ya modun düştü dediğinde '' bir şey yok ya aklıma Allah geldi, dünya geldi ruhum acı çekiyor burası benim habitatım değil'' diyor musunuz. Ben de diyemiyorum tabii ki ama hissettiğim şeyler bunlar. Ben 2 yıldır depresif bir haldeyim ve sosyal medyanın Twitter'da millete pohpohladığı tarzda ergence bir saçmalık değil bu. Evet üstüne konuşmuyorum çünkü çevremde beni bu konularda anlayabilecek ya bir ya iki kişi var. Gerisi konuya kendi nefislerinin penceresinden yaklaşıyor maalesef. Ya müslüman insanlar müslümanım demeye bile çekinebiliyor. Biz dini değil kendimizi epeyce ötekileştirmiş durumdayız. Bu arada günahlarım çok fazla ya. Bu yazıyı yazarken sanki birilerine akıl ya da öğüt verme gibi bir amaca sahip olduğum izlenimine kapılıyorsanız o yanlış anlaşılmayı hemen düzelteyim. Öyle bir amacım yok. Ben, ben sadece artık bazı şeylere katlanmakta zorluk çekiyorum. En başta da kendime katlanmakta. Kafamda oluşturduğum o ideal tipe bir türlü ulaşamıyorum. Bir yandan aynı günahlarıma sürekli tevbe edip sonra yüzsüzlükle hepsini tekrar tekrar yapıyorum. Allah'a karşı saygılı olmak için sadece kalplerimizde hissettiğimiz o duygular maalesef yetmiyor. Keşke yetebilseydi. Bu durumlar bana acı veriyor. Hatalarıma bakıp Allah'ım kendi kendime zulmediyorum, helak olmadan bana yardım et diyorum ama irademi eylemlerimde bu kadar iyi kullanamıyorum. Bu yazıyı hem bir şeyleri kafamda daha da oturtmak için hem de insanlara anlatamadığım o hislerimi anlatabilmek için yazdım. Çünkü yazarken yalnız olmak rahatlatıyor. Bu dünyada da yalnız olmak yada istediğiniz gibi mutlu olamamak o kadar kötü bir şey değil aslında. Yani sonucunda sizi Allah'a yaklaştırıyorsa eğer. Sizi Allah'a yaklaştıran her fırsatın, her söylemin, ve her davranışın kıymetini bilin. Aldığımız her nefeste ölüme biraz daha yaklaşıyoruz. Benim kalbim temiz, özümde iyi biriyim gibi laflarla hiçbir yere varamayız. Kendimizi avutmak bize bir çıkış kapısı aralamaz. Bu yaşam acılarla tatlılıkların bir arada servis edildiği bir yemek gibi. Hepsinden yemek bizim kaderimizde var ama hangi acıdan hangi tatlıdan yiyeceğimizi kendimiz seçebiliriz. Acımız Allahtan'tan uzak kalmak mutluluğumuz ise Allah'a yaklaşmak olsun Laedri. Kendine iyi bak.

*Yorum kısmında bu yazıya nereden ulaştığınızı yazarsanız çok iyi olur.


Ilımlı İnsanlar ve Devlet'in İdeolojik Aygıtları



Ilımlı olanlar linç yemezler. Ne biliyim işte, "din ve devlet işleri ayrı olmalı", "ırkçılık kötü bir şey" falan derseniz birilerini rahatsız edemezsiniz. Beni de rahatsız etmezsiniz tabi, ama sizi onayladığım için değil.
Tartışmaya bile sokmaz onları bu fikirler. Bir yerlerde yaşamakta olup kimseyi iplemeyen kapitalistler falan vardır bu kişilerin hedefinde. Bu hedefler, kişilerin onu ortamlarda onaylamasını riske atmayacak kadar ılımlıdır. Ciddi kitaplar okuyup risk almazlar. En fazla George Orwell'in distopyasını okuyup kitapta kapitalizmin eleştirildiğini falan sanırlar. Kimlik aradıkları dönemde, her zümrenin duyarını bu herifler kasar. İnsanları koşulsuz severler. Hümanizm bile felsefi temelli objektif bir kavram iken, bu kitle sayesinde sevgiyi anlatan ve psikolojik derinliği olan sübjektif kavram haline gelmiştir. Uyumludurlar yine bu herifler. Bu aslında müşterek bir ilişkidir onlar için. Bütünü bozmayarak ödedikleri bedel karşısında onaylanma ihtiyaçlarını giderirler. Huxley'in distopyasının başrölü bu vasat -yani ortalama olan- kitledir. Bu kişilerde yüzeysel bir komünizm aşkını hissedersiniz, fikrin detaylarını tanımasalar bile o müşterek tema bu elemanların hoşuna gider. Dışsallaştırmanın bokunu çıkarırlar. İflahı kesilmeyen mutluluklarının yegane sebebi dışsallaştırmadır. Çoğumuzun sorunu bu lan aslında. Bir türlü dışsallaştırmayı beceremiyoruz biz. İdealleştirilmiş imgelerin, nevrotik bozuklukların ve nevrozların sebebi bu işte, aynaya şikayet edip durmaktan oluyor. Ben kendi nefsimi dışsallaştırma yaparak temize çıkaramıyorum, öyle bir şey yok yani. He dışsallaştırma yaptığım oluyor, o da küçük toplumlarımızda demokratik bilincin nüksettiği aşamalarda kendini gösteriyor. Neredeyse söz etmeyi unutuyordum, demokrasiye bayılırlar onlar. Lise birinci sınıfta bir gün İngilizce dersindeydik. Hoca, dersin işleyişi konusunda basit bir oylama yapıyordu. Ardından sıra arkadaşım ve benim de içinde olduğum grup oylamada kaybetmiştik. Ardından sıra arkadaşım hocaya, çıkan sonuca göre oylamada kaybeden grubun haksızlığa uğrayacağından, bunun adil ve demokratik olmadığından bahsetmişti. Sonra hoca demokrasinin bu olduğunu söylemişti. O gün ikimizde demokrasinin ne halt olduğunu anlamıştık. "E hadi daha iyi bir sistem öner o zaman?" diyen NED, RAND demokrasi ihracatçılarının da en sağlam argümanı bu zaten. Kötü sistemlerin en az kötüsü olunca, insan nasıl demokrasi diye çıldırır anlamıyorum ya neyse. Bizim ılımlılardan bahsediyorduk en son. Radikal olduklarında bile popüler radikali seçerler. Bu sayede ancak kolektif fikir ile bir takım değerlere ters olmak onları güvenilir hissettirecektir. Bu kişilerin tutunduğu akımların asgari bilgisine bile nerden ulaştığını merak ediyorum ben. Bu fikirlerin sağda solda küçük broşürleri falan mı var acaba? Bu insanlar okulda grup projelerinde sürekli toplantı yapmayı severler. Gruplarda başkan olmayı severler. Onları siz de yakından tanıyorsunuz zaten. Sağda solda gazete yazılarına yapılan yorumları okurken fark ettim yine bu ılımlı yazarları. Aralarından birisi diyordu ki: "İnsanların dini duygularını sömürmeyin.". Bu yazı ve içeriği bomboş geldi her cümlede. Bir Facebook afrikalı bebek fotoğrafı gücünde bir yazıydı. Politik doğrucular- siyasiler- de böyle ılımlı yaklaşımları sever. Yazı beğenilmişti zaten; siyasiler ve diğer insanlar tarafından. Bilmiyorum abi, ben baya sıkıldım böyle yazılardan ve sözlerden. Devlet hiç bir zaman din işlerinden ayrılmaz, din de devlet işlerine karışır zaten. Önce İslam niye devlet işlerine karışır ondan bahsedeyim biraz. Az çok peygamberlerin hikayesini biliyorsanız, çoğu peygamberin gönderildikleri zamandaki siyasi güçler tarafından sevilmediğini bilirsiniz. Hz. Musa ve Firavun ya da Hz. İsa ve Romalı siyasiler ya da Hz. Muhammed ve Mekke'li Araplar gibi. Peygamberlerin çoğu asidirler ve dönemlerinde birçok yozlaşmış insanı hedef aldıkları gibi siyasi güçleri de hedef alırlar. Çünkü siyasi güçler insanlara zulmediyorlardır ve onlar mazlumun cesur sesi olurlar. Yani eğer, söz konusu bir devlet insanlarına çeşitli yollar ile zulmediyorsa dinimiz ölümüne karışır. Ebu'l A'lâ el-Mevdudî, Pakistanlı müfessir, gazeteci yazardır. Bu adam Hükümet'in İslami olmayan uygulamalarına yönelik eleştirileri sebebiyle defalarca tutuklandı ve bir keresinde idama mahkum edildi. Mevdudi, insanın tiranlığı protesto etme hakkından söz eder. Örneğin, 1935 tarihli Hindistan Ceza Kanunu'nun Bölüm 144'ün tılsımında, 5 veya daha fazla kişinin toplanması, kafile oluşturması ve protesto gösterileri düzenlenmesi yasaklanmıştır. Mevdudi de bir konuşmasında, bu kanunun bu dünyadaki zalimleri koruyabileceğini fakat diğer dünyada bu kanunun onları koruyamayacağını belirtir.  

"Allah çirkin söz söylenmesini sevmez; ancak zulme uğrayanlar hariç." (Nisa 148.)

Müslüman için aktif bir insan rolü, zulme karşı gelmek ve hakkını aramak söz konusudur. Öyle evde oturup Allah'ı bulacam, Allah olacam falan yok yani. Keşke o kadar kolay olsa lan valla. Dinin devlet işlerine karışmasından kasıt budur işte. Söz konusu kasıt teokrasi değildir. Söz konusu kasıt bir topluluktaki bireyin görevleri ve sorumluluklarıdır. Devlet'e de devlet olduğu için değil; fakat elinde güç taşıyan ve zulmetmeye müsait yapıda olduğu için karışılır. Zaten söz konusu kasıt elinde güç bulunduran herhangi bir insan için de geçerlidir. Devletin din işlerine karışmaması gerektiğine gelince, bu hiç bir zaman olmadı ve olamaz da. Louis Althusser devletin ideolojik aygıtlarından bahseder: Din, öğretim, aile, haberleşme, medya, kültür, sendikalar ...
Devlet medyayı kullandığı gibi dini de kullanacak. Ne zaman devlet yok olursa o zaman laiklik denilen şey söz konusu olur. Yani kısaca, laiklik hiç bir zaman olmayacak. Mesela laikliğin olmamasına bir örnek, TKP'nin ve AKP'nin var olması. İkisi de dini ideolojiler ile siyasal alanda olan partiler. İkisi de bir takım duyguları sömürecek ve sömürüyor da. Dine atıf yapmayan bir siyasi parti de yine insanların dini duygularına sömürmekte olacak; dinsiz olmak da bir din olduğu için. Tüm bu ideolojik şartlanlanmaları, Althusser'in ideolojik aygıtlarının nüfuz alanına dahil edebilirsiniz. "Bu ideolojik aygıtınızdan vazgeçin, insanlar ondan çok çabuk etkileniyor ve o aygıtı kullanmak etik değil." İnsanlar televizyonda izledikleri şeylere de inanıyorlar ve yalan söylemek etik değil. Bu işin sonu yok. Din sadece bunlardan bir tanesi. Bunu kabul edip yapmalarına izin ver demiyorum; neredeyse her şey bu ideolojik aygıtların nüfuz alanına giriyor. Bu olan bir şey ve diğer ideolojik aygıtlardan farklı değil. Zaten laiklik denilen şey Cumhuriyet Döneminde bile söz konusu değildi. Kurtuluş Savaşı sonrası cuma hutbelerinde milliyetçilik, vatanseverlik vb. birçok tema işlenmiştir. Devlet olup da bu ideolojik aygıtı kullanmamak salakça olurdu.

Ilımlılar belki de bu yüzden çok sevmiyorlar bu ideolojik aygıtların kullanılmasını. Çünkü eğer kendinizi biliyorsanız ve okuyorsanız, kendinizi bu aygıtların nüfuz alanından korumaya çalışıyorsunuz/koruyorsunuz demektir. Ancak bir konuya çalışmamışsanız o konudan sınavda soru çıkmasını istemezsiniz. Herifler sömürülmeyi bile dışsallaştırıyorlar ya lan. Bu arada tam şuan dejavu oldum. Neyse işte, biraz mutsuzum bugün, kafamda da bunlar geziyordu. Sevme ve sevilme ihtiyacım hat safhada. En iyisi yatayım ben. Selametle.

He bu arada, blogdaki sıra arkadaşımın yazdığı "Deizm Mümkün Müdür?" yazısını okuyun. İyi yazmış kerata :)