Ilımlı İnsanlar ve Devlet'in İdeolojik Aygıtları



Ilımlı olanlar linç yemezler. Ne biliyim işte, "din ve devlet işleri ayrı olmalı", "ırkçılık kötü bir şey" falan derseniz birilerini rahatsız edemezsiniz. Beni de rahatsız etmezsiniz tabi, ama sizi onayladığım için değil.
Tartışmaya bile sokmaz onları bu fikirler. Bir yerlerde yaşamakta olup kimseyi iplemeyen kapitalistler falan vardır bu kişilerin hedefinde. Bu hedefler, kişilerin onu ortamlarda onaylamasını riske atmayacak kadar ılımlıdır. Ciddi kitaplar okuyup risk almazlar. En fazla George Orwell'in distopyasını okuyup kitapta kapitalizmin eleştirildiğini falan sanırlar. Kimlik aradıkları dönemde, her zümrenin duyarını bu herifler kasar. İnsanları koşulsuz severler. Hümanizm bile felsefi temelli objektif bir kavram iken, bu kitle sayesinde sevgiyi anlatan ve psikolojik derinliği olan sübjektif kavram haline gelmiştir. Uyumludurlar yine bu herifler. Bu aslında müşterek bir ilişkidir onlar için. Bütünü bozmayarak ödedikleri bedel karşısında onaylanma ihtiyaçlarını giderirler. Huxley'in distopyasının başrölü bu vasat -yani ortalama olan- kitledir. Bu kişilerde yüzeysel bir komünizm aşkını hissedersiniz, fikrin detaylarını tanımasalar bile o müşterek tema bu elemanların hoşuna gider. Dışsallaştırmanın bokunu çıkarırlar. İflahı kesilmeyen mutluluklarının yegane sebebi dışsallaştırmadır. Çoğumuzun sorunu bu lan aslında. Bir türlü dışsallaştırmayı beceremiyoruz biz. İdealleştirilmiş imgelerin, nevrotik bozuklukların ve nevrozların sebebi bu işte, aynaya şikayet edip durmaktan oluyor. Ben kendi nefsimi dışsallaştırma yaparak temize çıkaramıyorum, öyle bir şey yok yani. He dışsallaştırma yaptığım oluyor, o da küçük toplumlarımızda demokratik bilincin nüksettiği aşamalarda kendini gösteriyor. Neredeyse söz etmeyi unutuyordum, demokrasiye bayılırlar onlar. Lise birinci sınıfta bir gün İngilizce dersindeydik. Hoca, dersin işleyişi konusunda basit bir oylama yapıyordu. Ardından sıra arkadaşım ve benim de içinde olduğum grup oylamada kaybetmiştik. Ardından sıra arkadaşım hocaya, çıkan sonuca göre oylamada kaybeden grubun haksızlığa uğrayacağından, bunun adil ve demokratik olmadığından bahsetmişti. Sonra hoca demokrasinin bu olduğunu söylemişti. O gün ikimizde demokrasinin ne halt olduğunu anlamıştık. "E hadi daha iyi bir sistem öner o zaman?" diyen NED, RAND demokrasi ihracatçılarının da en sağlam argümanı bu zaten. Kötü sistemlerin en az kötüsü olunca, insan nasıl demokrasi diye çıldırır anlamıyorum ya neyse. Bizim ılımlılardan bahsediyorduk en son. Radikal olduklarında bile popüler radikali seçerler. Bu sayede ancak kolektif fikir ile bir takım değerlere ters olmak onları güvenilir hissettirecektir. Bu kişilerin tutunduğu akımların asgari bilgisine bile nerden ulaştığını merak ediyorum ben. Bu fikirlerin sağda solda küçük broşürleri falan mı var acaba? Bu insanlar okulda grup projelerinde sürekli toplantı yapmayı severler. Gruplarda başkan olmayı severler. Onları siz de yakından tanıyorsunuz zaten. Sağda solda gazete yazılarına yapılan yorumları okurken fark ettim yine bu ılımlı yazarları. Aralarından birisi diyordu ki: "İnsanların dini duygularını sömürmeyin.". Bu yazı ve içeriği bomboş geldi her cümlede. Bir Facebook afrikalı bebek fotoğrafı gücünde bir yazıydı. Politik doğrucular- siyasiler- de böyle ılımlı yaklaşımları sever. Yazı beğenilmişti zaten; siyasiler ve diğer insanlar tarafından. Bilmiyorum abi, ben baya sıkıldım böyle yazılardan ve sözlerden. Devlet hiç bir zaman din işlerinden ayrılmaz, din de devlet işlerine karışır zaten. Önce İslam niye devlet işlerine karışır ondan bahsedeyim biraz. Az çok peygamberlerin hikayesini biliyorsanız, çoğu peygamberin gönderildikleri zamandaki siyasi güçler tarafından sevilmediğini bilirsiniz. Hz. Musa ve Firavun ya da Hz. İsa ve Romalı siyasiler ya da Hz. Muhammed ve Mekke'li Araplar gibi. Peygamberlerin çoğu asidirler ve dönemlerinde birçok yozlaşmış insanı hedef aldıkları gibi siyasi güçleri de hedef alırlar. Çünkü siyasi güçler insanlara zulmediyorlardır ve onlar mazlumun cesur sesi olurlar. Yani eğer, söz konusu bir devlet insanlarına çeşitli yollar ile zulmediyorsa dinimiz ölümüne karışır. Ebu'l A'lâ el-Mevdudî, Pakistanlı müfessir, gazeteci yazardır. Bu adam Hükümet'in İslami olmayan uygulamalarına yönelik eleştirileri sebebiyle defalarca tutuklandı ve bir keresinde idama mahkum edildi. Mevdudi, insanın tiranlığı protesto etme hakkından söz eder. Örneğin, 1935 tarihli Hindistan Ceza Kanunu'nun Bölüm 144'ün tılsımında, 5 veya daha fazla kişinin toplanması, kafile oluşturması ve protesto gösterileri düzenlenmesi yasaklanmıştır. Mevdudi de bir konuşmasında, bu kanunun bu dünyadaki zalimleri koruyabileceğini fakat diğer dünyada bu kanunun onları koruyamayacağını belirtir.  

"Allah çirkin söz söylenmesini sevmez; ancak zulme uğrayanlar hariç." (Nisa 148.)

Müslüman için aktif bir insan rolü, zulme karşı gelmek ve hakkını aramak söz konusudur. Öyle evde oturup Allah'ı bulacam, Allah olacam falan yok yani. Keşke o kadar kolay olsa lan valla. Dinin devlet işlerine karışmasından kasıt budur işte. Söz konusu kasıt teokrasi değildir. Söz konusu kasıt bir topluluktaki bireyin görevleri ve sorumluluklarıdır. Devlet'e de devlet olduğu için değil; fakat elinde güç taşıyan ve zulmetmeye müsait yapıda olduğu için karışılır. Zaten söz konusu kasıt elinde güç bulunduran herhangi bir insan için de geçerlidir. Devletin din işlerine karışmaması gerektiğine gelince, bu hiç bir zaman olmadı ve olamaz da. Louis Althusser devletin ideolojik aygıtlarından bahseder: Din, öğretim, aile, haberleşme, medya, kültür, sendikalar ...
Devlet medyayı kullandığı gibi dini de kullanacak. Ne zaman devlet yok olursa o zaman laiklik denilen şey söz konusu olur. Yani kısaca, laiklik hiç bir zaman olmayacak. Mesela laikliğin olmamasına bir örnek, TKP'nin ve AKP'nin var olması. İkisi de dini ideolojiler ile siyasal alanda olan partiler. İkisi de bir takım duyguları sömürecek ve sömürüyor da. Dine atıf yapmayan bir siyasi parti de yine insanların dini duygularına sömürmekte olacak; dinsiz olmak da bir din olduğu için. Tüm bu ideolojik şartlanlanmaları, Althusser'in ideolojik aygıtlarının nüfuz alanına dahil edebilirsiniz. "Bu ideolojik aygıtınızdan vazgeçin, insanlar ondan çok çabuk etkileniyor ve o aygıtı kullanmak etik değil." İnsanlar televizyonda izledikleri şeylere de inanıyorlar ve yalan söylemek etik değil. Bu işin sonu yok. Din sadece bunlardan bir tanesi. Bunu kabul edip yapmalarına izin ver demiyorum; neredeyse her şey bu ideolojik aygıtların nüfuz alanına giriyor. Bu olan bir şey ve diğer ideolojik aygıtlardan farklı değil. Zaten laiklik denilen şey Cumhuriyet Döneminde bile söz konusu değildi. Kurtuluş Savaşı sonrası cuma hutbelerinde milliyetçilik, vatanseverlik vb. birçok tema işlenmiştir. Devlet olup da bu ideolojik aygıtı kullanmamak salakça olurdu.

Ilımlılar belki de bu yüzden çok sevmiyorlar bu ideolojik aygıtların kullanılmasını. Çünkü eğer kendinizi biliyorsanız ve okuyorsanız, kendinizi bu aygıtların nüfuz alanından korumaya çalışıyorsunuz/koruyorsunuz demektir. Ancak bir konuya çalışmamışsanız o konudan sınavda soru çıkmasını istemezsiniz. Herifler sömürülmeyi bile dışsallaştırıyorlar ya lan. Bu arada tam şuan dejavu oldum. Neyse işte, biraz mutsuzum bugün, kafamda da bunlar geziyordu. Sevme ve sevilme ihtiyacım hat safhada. En iyisi yatayım ben. Selametle.

He bu arada, blogdaki sıra arkadaşımın yazdığı "Deizm Mümkün Müdür?" yazısını okuyun. İyi yazmış kerata :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder