İMAN,TANRIYA İMAN VE ALLAHA İMAN

İlk önce yazıya başlamadan bir ön giriş yapmayı faydalı görüyorum."ALLAHA İMAN" isimli bölümde ne demek istediğimzi veya nasıl bir yöntem izliyeceğimizi açıklamakta fayda var.Biz ilk önce yazıya tanrı tasavvurlarıyla başlayıp,tanrı hakkında çeşitli deliller sunup tanrı kavramını açıklamaya yöneleceğiz.Sonradan ise Allah ile ilgili bölüme gececegiz peki Tanrı ile Allahı neden ayırıyorum.Tanrı bir genel iken Allah daha özel bir kavramdır,Jupiter,Wodonaz,Odin,El bu örneklerin hepsi bir tanrıyı ifade etmektedir yani tanrı bir genel isim iken Allah veya diğer örneklerdeki isimler özel bir isim anlamı ifade etmektedir.Bir başka ifade ile ; Latin paganizminde Jupiter bir tanrı ismiyken latincede genel tanrı ismi "deus"tur.O yüzden bu isimlerdede olduğu gibi Allahda özel bir isimdir o yüzden ilk önce genel bir tanrı tasavvurundan ilerleyip onu tanımlayıp sonradan ise Allahı isimleriyle,sıfatlarıyla tanımlamaya çalışacagız.

ÇEŞİTLİ TANRI TASAVVURLARI 

TEİZM ; Tanrının varlığını bir ön kabul olarak benimseyen Tanrının insanlarla iletişim kurmak için bir insana vahyettiğini ve yarattığı evrenle sürekli ilişkili olduğunu kabul eden düşünce sistemidir.Semavi dinlerin tanrı tasavvurları teistiktir.Teizmin tutarlılığı olduğu fikrini şu argümanlarla savunur ; Evrenin ontolojik (evrenin varoluşu) yapısı ve işleyişi (İmkan veya İnayet delili),diğeri ise insanın ahlaki yapısı ile ilgili (ahlak delili)dir.

ATEİZM ; Metafizik bilgiyi reddetmek anlamına gelen ateizm genellikle şu şekilde bilinmektedir; Tanrı tanımazlık.Ateizm tanrı tanımazlığını birçok argümana dayandırır ama temelde argümanların çıkış noktalarından biri şu argümandır ; Evrenin akıllı bir tasarımın,planlı bir yaratmanın ürünü olmadığı,aksine tesadüfen meydana geldiği şeklindedir. Bir diğeri ise şu argümandır ; Kötülük Problemi (The Problem of The Evil) hastalıklar,ölümler,savaşlar,depremler,seller,bütün bunların getirdiği yıkımlar; ateistlere göre,var olduğu kabul edilen Tanrının iyi niyetli olmadığına,iyi niyetli olsa bile bu iyi niyetini hakim kılacak bir kudrete sahip bulunmadığına işaret etmektedir. Ama unutulmamalıdır ki ateizm de herhangi bir din gibi bir inanç biçimidir  Ateizm 19.yy dan başlayıp günümüze kadar eski çağlara nazaran bu çağlarda (19.yy dan günümüze) bir artış göstermiş ve çokçana müride ulaşmıştır ve böyle olunca ateizm çokcana müride sahip olunca isteyerek veya istemeyerek daha sistemli bir hale gelmiştir.Bu sistemli hal ise onun tıpkı bir din sistemi haline getirmiştir. 

POLİTEİZM ; Yunanca Poli(çok) ve teism (tanrıcılık) kelimelerinden oluşan Politeizm,çok tanrıcılık anlamına gelmektedir.Bu inanışta değer olarak birbirine eşit çok sayıda tanrının varlığı kabul edilmektedir.Yer tanrısı,Güneş tanrısı vs. Bir çok politeist din aslında henoteizme dönüşmeye müsaittir.Çünkü bir çok politeist dinde her zaman bir baş tanrı tasfiri vardır İskandinav mitolojisinde bu Odindir Odin ise bu baştanrılık veya başka bir ifadeyle baba tanrılığı babasını kardeşleriyle öldürerek almıştır.Aynı şekilde Yunan mitolojisinde Zeus vardır ve Zeus da Odin gibi babasını kardeşleriyle öldürerek baştanrılığı veya baba tanrılığı almıştır ve tekrardan aynı şekilde Sümer mitolojisinde Arap paganizminde ve daha bir çok mitolojik ve paganist yapılanmada yüce tanrı fikri vardır ama şu önemli bir noktadır henoteizm bir çok tanrıya inanıp bir çok tanrıdan birini yüce tanrı ilan edip digerlerinede inanmayı sürdürmektedir.Bu olgu polisteist dinlerde görülür bu görülmese bile böyle olmaya yatkınlığı görülür yani politeizm henoteizme dönüşmeye müsaiddir,meyyillidir.Nitekim arap paganizmiyle ilgili olan Kuran'ın şu ayet önemlidir ; "Gökleri ve yeri yaratan güneşi ve ayı yararlanmamıza sunan kimdir ? diye soracak olsan kesinlikle, "Allahtır" derler. -ANKEBUT 61" mevcut olan ayet gösteriyor ki kesinlikle arap paganizminde böyle bir yönelim vardır ve böyle bir olgu zannımca yahudilerde de de vardır öyle ise şunu söylemekte sakınca görmüyorum böyle bir olgu sami paganist gelenekte vardır.Şu önemli bir sorudur peki arap paganizmi politeizmdenmi henoteizme kaymış yoksa henoteizmden politeizmeme kaymıştır,çogunluğun fikri bize gösteriyor ki politeizmden henoteizme kaymıştır öyle ise politeist anlayış henoteist anlayıştan önce gelmektedir ve bu bağlamda arap veya ibrani veya sami paganizminin tanrı tasavvuru daha ileri bir aşamadadır ve bunların tanrı algısı ve daha birçok paganist ve mitolojik yapılanmadaki tanrı algısı henoteisttir öyle olmasa bile öyle olmaya meyillidir.

MONOTEİZM ; Yunanca (mono) ve teism (tanrıcılık) kelimelerinin birleşiminden meydana gelmektedir anlam olarak "tek tanrıcılık" kelimesini muhteva etmektedir.Monoteizm,insanın yaratılışı itibariyle tek tanrıcılığa eğilimli olduğunu ve bu eğilimin sonucu olarak da insanların tarihin başından beri tek tanrıcı olduklarını kabul etmektedir.Semavi dinler teolojisinde ilk insanın aynı zamanda ilk peygamber olarak kabul görmesi,bu iddiayı desteklemektedir ve antik yunanda da bir takım filozofların tek tanrıcılığı savunmuştur. Platonunda tek tanrıcı veya tek tanrıcılığa egilimli olduğu iddia edilmektedir ki bu iddayı ben detaylı bir şekilde bilmiyorum ve ihtimal dahilinde pek görmüyorum nitekim Platon Yunan paganizmine sadık bir isimdir ve Yunan geleneklerini değerli görmektedir.Demokritos gibi filozof hakkında agır ithamlarda bulunup onların ölümü için vaaz verdiği söylenebilir,Ama Platona panteist denebilmesi mümkündür.İslam teolojisinde tasavvuf literatüründe değerli bir isim olarakta görenler mevcuttur aslında bu bağlamda ona monoteist denebilmesi mümkündür ama sadece mümkündür bu öyle olucağı anlamını ifade etmemektedir eğer ifade ettigim gibiyse ona henoteist demekte mümkündür.Aristotelese tek tanrıcı demek pek yanlış olmaz ama bu tek tanrıcılık teistik kalıplardan çok deistik kalıplardadır ki tutarlı olan budur çünkü Aristoteles tek tanrı fikrine bir vahiy veya bir peygamber olduğu veya bir peygambere tabi olduğu iddiasıyla değil akıl ile ulaşmıştır ki Aristotelesin ulaştığı tanrı kendi aklı ve sezgileri ile ulaştıgı bir tanrı tasavvurdur.Bu tanrıya "İLK DEVİNDİRİCİ" demiştir.

HENOTEİZM ; Çok sayıda tanrının varlığını kabul etmekle birlikte tek yüce bir tanrıyı da kabul edip ona ibadet etmeyi ön gören düşünce sistemini tanımlamaktadır.Politeizm ve Monoteizmin karışımıyla meydana gelen bir düşüncedir.Yahudilerin tek bir tanrı fikrine yani monoteizme gelinceye kadar henoteist oldukları bilinmektedir.Yahudilerin,Yahovayı tek olarak görüp ona ibadet etmelerine rağmen yerel kabile tanrılarıda bulunmaktaydı.İnsanda politeist veya henoteist algı şu şekilde meydana gelmiş olabilir ilk insanlar kendilerinde şiddetli duygu degişimleri yaşatan olaylara veya varlıklara ilahlık yüklemişlerdir ve bu çok dogaldır çünkü insan dogasında(yapısında) bir tanrı olması gerektirdiği fikriyle var olur ve bu ani duygu degişimleri veya bir duyguyu derinden yaşatan "x" uyarıcısına tepki verip bu duygu yüklemiyle ona ilahlık yüklemiştir şöyle bir örnek vermekte fayda görüyorum ; Gök gürültüsünden korkan insanın,gökgürültüsünün şerrinden korunmak için onu tanrılaştırdığı ve ona kurbanlar kestiği tarihsel bir olgudur ve bu duruma bir örnektir.İslam teolojisinde Kur'an korkunun kaynağı durumundaki gök gürültüsünün aslında Allahı hamd etmekten başka bir şey yapmadığını (RAD 13) bu mevcut korkunun kaynagını değiştirmekte ve bu yanlış kabul edilen ilahlaştırmayı sona erdirmektedir ve böyle bir vesileyle politeizmin,henoteizmin birer kollarını yani dogada meydana gelen bir olayın insanı korkutan bir olayın ilah olamayacagını iddia etmiştir.Bu önemli bir iddiadır çünkü dogada meydana gelen bir olayın tanrı olamayacagı demek bununla ilgili bir çok kabulun önünü kapatmaktadır ve tanrıyı dahada nesnel kılmaktadır yani tanrı artık cografi koşullara bağlı degildir o daha kutsal bir varlıktır ve biraz önce belirttigim gibi onu cografyayla olan bagını özellikle dogayla olan bagını kapattıgı zaman bir çok polisteist,henoteist algıyı sona erdirmektedir ki bu algılara dört örnek verilebilir ; Druidzm,Kelt paganizmi,German paganizmi,İskandinav paganizmi.Her ne kadar Henoteizm Monoteizm ve Politeizmin karışımıyla var olmuşsada Henoteizmde daha çok Monoteist ruh baskındır ve Monoteist olmaya meyillidir demek pek yanlış olmaz.

AGNOSTİSİZM ; Yunanca agnostos yani bilinemez olan kelimesinden türetilmiş olup Tanrının varlığının şu an veya hiç bilinemeyecegini öngören felsefi bir düşünce sistemi ve anlayıştır.Agnostizm,Tanrının varlığı,ölüm sonrası yaşam gibi insan tecrübesinin tamamen dışında kalan alanlarda insan zihninin,bunların varlıgına veya yokluğuna dair eşit derecede deliller üretebilecegini söyleyerek üretilen delilerin bir anlam ifade etmedigini,böyle oluncada bu alanların bilinemeyecegini kabul edilmesini öngören ve kabul eden bir anlayıştır."Sınırlı imkanlarıyla sınırsız bir Tanrı hakkında fikir yürüten insanın olumsuzlanamayacak veya yanlışlanamayacak hiçbir yargısı yoktur" diyerek Agnostisizm Tanrı hakkında konuşmayı mümkün görmemektedir.

PANTEİZM ; Metafiziksel ve dinsel bir terim olarak Panteizm,evreni Tanrıyla özdeş kabul eden veya herşeyi Tanrının tecellisinden(görünümünden) ibaret gören anlayıştır.Farkı görünüşlere sahip olsa da var olan her şey aslında birdir ve birlik peşindedir ve evrendeki tek gerçek Tanrıdır der.Panteizm hem Teizmi ve Ateizmi dışlar.Her şey tanrıdır demek aslında tanrı yoktur demekten başka bir şey degildir diyerek panteistleri ateist olmakla şuclayanlara karşı panteistler kendilerini farklı bir tür monoteizm peşinde olduklarını iddia ederler.Bu fikri savunan meşhur filozoflar ; Plato,G.Bruno,Spinoza,Hegel, gibi teolog ve filozoflar bu kategori içinde barınmaktadır.Vahdet-i Vücud görüşünü Panteizmle özdeş görenler olmuştur.Panteizmin en güçlü ismi olan Spinoza bu görüşünü,Endülüs göçmeni olan ailesinden,onlarında İbn Arabi'den miras aldıkları bilinmektedir.Ancak Spinoza Tanrı evrendedir demektedir.İbn Arabi ise evren Tanrıdadır der. İlkine Panteizm ikincisine Vahdet-i Vücud denir.Vahdet-i Vücud İslam teolojisinin Tasavvuf literatüründen bir kavramdır ve kelime olarak "Varlıgın Birliği" gibi bir anlamı vardır.Bu kavram ilk tasavvufta olmayıp sonradan tasavvuf literatüne dahil olmuştur.Bu anlamda onu savunan en güçlü temsilciler şunlardır İbn Arabi,Mevlana,Hallac-ı Mansurdur.Ben Vahdet-i Vücudu İslam Teolojisi için sakıncalı görmekteyim çünkü bu anlayışa ve fikre göre herşeyin tanrı olması gerekir nitekim Hallacı Mansur kendisine ben tanrıyım demiştir ve bunu Mevlana ve de İbn Arabi de demiştir İbn Arabi ve Hallac-ı Mansur bununlada yetinmeyip Kuranın Doktrinlerine aykırı bir şekilde Şeytanı ve Firavunu övmüşlerdir tabi ki böyle olunca bu anlayış Kuranın Doktrinlerine aykırı bir hal almıştır.Şuna dikkat etmek gerekir aykırı olan anlayış Vahdet-i Vücuddur Tasavvuf degildir bu sebeblerdendir ki Vahdet-i Vücud İslam Teolojisine aykırıdır o sebebten Vahdet-i Vücud olsa olsa yeni bir din olur ki böyle bir din anlayışı hali hazırda mevcuttur örnegin ; Hinduizmdeki Upanişadlar ve Bir takım Spirütalist dinler.Vahdet-i Vücud hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyenlere "Cemre Demirel - Bir Başka Din Tasavvuf" isimli kitapı önerebilirim.Herşeyin tanrı olması İslam Teolojisi ve Semavi Dinler Teolojisi acısından çıkılmaz birşeydir.İfade ettigim gibi şeytanın iyi biri olması düşünülemez çünkü şeytan kötülüklerin kaynagıdır tecavüzler,hırsızlıklar,ölümler vs. neden olan böyle bir şeye iyi dersek iyilik kavramını degersizleştirmiş ve o kavramın ifade ettigi anlama tutarsız birşey söylemiş oluruz.Bir yanlışta  tanrının kıyaslanmasıdır örnegin tanrı ile evren kıyaslanamaz çünkü İslam teolojisine göre Tanrı özel ismiyle Allah kıyaslanamaz bir varlıktır. "De ki; O Allah bir tektir.Allah eksiksiz, sameddir (Bütün varlıklar O'na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir).Doğurmadı ve doğurulmadı O 'na bir denk de olmadı.-İHLAS 1,2,3,4." bu sure ise buna bir delildir.

PANENTEİZM ; Bu terim Yunanca "pan/tüm" "en/de-da" "theism/Tanrı" terimlerinin birleşmesiyle oluşmuştur.Evreni Tanrıda, Tanrıyı evrende gören bir felsefi anlayıştır.Teizmin Tanrıyı evrendenn bütünüyle izole eden tenzih doktrinine karşı,panteizmin de Tanrıyı bütünüyle evrenle özdeşleştiren evrene içkin Tanrı anlayışına karşı çıkmaktadır.Panenteistler,Tanrı ve Evren arasındaki mutlak ayrılığı öngören teistik doktrine karşı,Tanrının evrende aktif varlığına dayanan bir anlayışı öne çıkarırlar.Panteizm de Tanrının evrende aktif varlığını öngörür ama bu şekilde evrenin bir tür tanrısallaşması söz konusudur.Panenteizm Tanrının evrende aktif varlığının evreni Tanrısallaştırmadığını onu kendi evren kimliğinden koparmadığını kabul eder.Panenteizm,İmam Rabbanin Vahdet-i Vücuda karşı geliştirdiği Vahdet-i Şuhud doktrinine benzemektedir.Buna göre,evrende görünen her şey Tanrının varlığının kendisi değil şahitleridir.

DEİZM ; Deizm latince bir kelime olup Teizm ile aynı anlamdadır ama Deizm kullanım olarak bir dinsizligi işaret etmektedir burda dikkat edilmesi gereken nokta şu dur Deizm bir dinsizliği ifade eder Tanrısızılığı degil türkçeye ise Yaradancılık ve Tanrıcılık olarak çevrilmiştir.Tanrının evreni yarattığını kabul eden,fakat onunla sürekli ilişkide bulunmadığını ileri süren görüştür.Aristoteles deizmin önemli bir temsilcisidir.Deistik teoloji bireyle değil,mekanik evrenle ilgilidir.Tanrının bireyin ve toplumun hayatında yer tutmasından,ahlaka kaynaklık etmesinden daha önemlisi,evrenin sürdürebilirligidir.Deizm Tanrının peygamber gönderen,duaları kabul eden bir varlık olarak sadece insanla değil,evrenin içindeki varlıklarla da ilişkisi olduğunu bir kenara koymuş ve Tanrının sadece kudret sıfatına odaklanan bir Tanrı-Evren ilişkisi tasavvurunu geliştirmiştir.Söz konusu,teolojide, Tanrı Boşlukların Tanrısı gibi resmedilmiş,teolojik teorileri destekleyen her bilimsel gelişme,Tanrının ispati için boşluğu dolduran yeni bir değer olarak sahiplenilmiştir.Deizm algıladığımız dünyayı açıklamayı birinci öncelik olarak görür.John Locke Jean Jacques Rousseau deist olmakla ifade edilsede John Locke bir hristiyan,Jean Jacques Rousseaunun yanılmıyor isem katolik olup sonradan kalvinist olup bu mezhepi benimsemiştir.Newtonda deistlik ile itham edilmişsede bugün bilinmektedir ki Newton bir deist degil aksine koyu bir hristiyandır ama söylemekte fayda var Newton her ne kadar koyu bir hristiyan isede anlayış olarak diğer hristiyanlardan ayrılmaktadır.Newtonun tasfir ettiği tanrı hristiyan teolojisi ile uyuşmamaktadır onun tanrısı teslisteki tanrı değil tek bir olan bir tanrıdır.Bir çok aydınlanma çağı entellektülleri deist olarak algılanları aslında şöyle ifade edilebilir önemli ve koyu bir deist olan Voltairenin yönlendirmeleri sonucu böyle bir olay yaşayış bulmuş olabilir.Voltairenin olmayan veya olmasına rağmen onun anlattığı kadar abartılı olmayan olayları ve bunun gibi bir çok hikaye üretmiştir bu sebebledir ki Voltaire yapay mitler üreten biri olduğuna dair bir itham yöneltsek doğrusu bu yanlış olmaz.Deistlerde kötülük kavramıyla ilgilenmiştir Voltairenin sarf ettiği şu sözler buna ispat olarak öne sürülebilir ; Voltaire,Tanrı’nın varoluşuna duyduğu inancı sonuna dek sürdürmüştür ama Tanrı’nın dünya ile ilişkisi hakkındaki görüşleri zamanla biraz değişmiştir.Önceleri dünyada görülen kötülüklerin Tanrı ile hiçbir ilişkisi olmadığını savunurken özellikle 1755 büyük Lizbon depreminden sonra kötülüğün de bir bakıma Tanrı’dan çıktığını ifade etmiştir."Dünya Tanrı’nın zorunlu bir yaratmasının sonucudur ve kötülük dünyadan ayrılmaz olduğu için o da zorunludur. Öyleyse Tanrı’ya bağımlıdır; ama Tanrı onu ortaya çıkarmayı seçmiş değildir.Tanrı’yı ancak onu özgürce yaratmışsa kötülükten sorumlu tutabiliriz. -VOLTAİRE"

TANRININ VARLIĞI ; Görmekteyiz hemen hemen birçok insan tanrıya inanmaktadır her ne kadar inanma biçimleri farklı olsa da insanların geneli tanrıya inanma konusunda uzlaşmıştırlar.Uzlaşamadıkları nokta onun tanımlanması yorumlanmasıdır.Bu tanımlama yorumlama oldukça zordur çünkü biz tanrıyı tanımlarken kendi değerlerimizden,düşüncelerimizden faydalarınız,bilinçli olsak da olmaksak da bunu gerçekleştiririz.Bu değerler,düşünceler genellikle ahlak,adalet,iyilik,güç,tutarlılık, gibi değer kavramlarından oluşur.İnsanda ilginç olan şey şudur ki insan inanmadıgını iddia etse dair bir tanrı fikrini hep zihninde zihninin ön kabulunde barındırır.Bizler bilinçli veya bilinçsiz hangi koşulda olursak olalım insan olarak tanrıya ihtiyaç duyuyoruz onun varlıgına varlıgı fikrine ve ben bu bilgimizin sezgisel olarak var olduğunu düşünüyorum nitekim bir başka düşünür olan Leonardo Da Vinci inancını şöyle ifade etmiştir ;"Tanrıya inanıyorum,çünkü inanma ihtiyacı duyuyorum".Gerçekten biz ilk olarak tanrıya sezgisel olarak inanıyoruz dogmatik olarak onun varlığını kabul ediyoruz denebilir.Eğer gerçekten öyle ise bir tanrı varsa o tanrı nasıl tanımlanmalıdır o tanrı nasıl olmalıdır ? Bu arada ufak bir not düşmek istiyorum hepimiz tanrı fikrini içimizde barındırıyoruz derken burada ateistleride kastediyorum çünkü onlar tesadüf,kötülük problemi derken bir tanrıyı inkar etmekten çok tanrının mevcut populer tanımlarını inkar etmektedirler.O tanrının daha kusurlu bir tanrı olduğunu ifade ediyorlar,onların önermelerinden veya argümanlarından genellikle şu sonuçlar çıkmaktadır,Tanrı olmamalıdır veya Tanrı varsa bile o kadar kudretli bir tanrı değildir veya İyi bir tanrı değildir.Benim için işin ilginç noktası şu dur Tanrı yoktur dedigimizde aslında farklı bir tanrı tanımı yapılıyor.Bilinçli veya bilinçsiz olarak ateislerde aslında bir çeşit tanrı inancını içinde bulundurmaktadır.Her tanrı tasavvurunda oldugu gibi bu tanımda da uzlaşamamaktayız.Tanrı tanımındaki en büyük problem onun nesnel olarak tanımlayamamızdır yani tüm koşullardan arındırılmış bir tanım insanın aklından,cografyadan,sosyolojiden,psikolojisinden ve daha birçok şeyden arındırılmış bir tanım gerekmektedir,arındırmaktandan kastettigim gerekli ölçüde arındırmaktır.Aslında böyle bir ifade de bulununca agnostik bir çizgiye kaymış bulunuyorum ama ben agnostik yoruma kesinlikle katılmadığımı ifade etmek istiyorum.Çünkü içinde böylesine bir inancı barındıran bireyin tanrıyı bilememek veya bilmemek gibi bir ihtimali mümkün bulmuyorum.Tanrı bir çok şekilde bilinebilir Isaac Newtonun dedigi gibi ; "Tanrı yarattıkları aracılıgıyla bilinir." sadece yaratılmış olan bu evren tanrıyı bilmemiz ve idrak etmemiz için yeterli bir delildir.İslam teolojisindede yaratıkları aracılığı ile bilme ve kendi içimizde benliğimizde bilme anlayışı mevcuttur ; "Kur’an’ın gerçek olduğu kendileri için apaçık belli oluncaya kadar onlara çevrelerinde ve kendilerinde bulunan kanıtlarımızı hep göstereceğiz.Rabbinin her şeye tanıklık etmesi (onlar için) yeterli değil midir ? -FUSSİLET 53" bu ayet göstermektedir ki,teist teoloji göstermektedir ki,biz tanrıyı benliğimizden ve dış dünya aracılığı ile gerçekten bilebiliriz ki ben böyle bir iddiaya katıldığımı ifade etmek istiyorum.Ben bu yaklaşımlar arasından en etkili olanı teistik yaklaşım olarak görüyorum.Çünkü teistik yaklaşımın çoğunluğa hitap ediyor olması her insana hitap ediyor olması bu yüzden dogru olduğunu düşünmüyorum.Sadece onun her insana hitap ediyor olmasını şöyle degerlendiriyorum eğer genel olarak bütün insanlarda bir tanrıya inanma ihtiyacı varsa ve mevcut olan bu yaklaşım bu mevcut koşulu saglıyosa ve tanrı genelin inanması içinse teistik yaklaşım bu anlamda daha tutarlı buluyorum.Bir diğer unsur olaraksa teist teolojinin tanrı tanımını çok kuvvetli buluyorum.Gerçekten de teist teolojinin tanımladığı tanrı tanrı kelimesine yakışan ve onu digerlerine kıyasla en tutarlı bir biçimde tanımlayan yaklaşım olarak buluyorum.Teist teoloji de önemli gördügüm bir diğer husus ise vahiydir.Vahiyi şu anlamda değerli görüyorum ; İnsan aklıyla gerçek tanrıyı yorumlamak,bilmek imkansızdır.Çünkü akılla yapılan bir tanrı tanımını degerlendirmek dogrulamak için bir bilgiye veya doktrine sahib değiliz.Vahiy bir bilgi vermesi bakımından bir bilgi türü olması bakımından ve tanrıdan geldigi iddiası bakımından üzerinde durulması gereken bir unsurdur.Belirttigim gibi tanrıyı akılla bilmeyi,anlamlandırmayı,idrak etmeyi imkan dahilinde bulmuyorum,olsa bile onu dogrulamaya imkan bulamıyorum bu sebeblerden ötürü vahiy'in bilgisini gerekli olduğuna inanıyorum.Tanrı hakkında yapılabilecek yorumları veya tanımları ancak ve ancak vahiy ile dogrulanabilecegini inancını taşıyorum.Hepimizin haricinde olması sebebiyle nesnel olarak tartışılabilecek tanrı yorumunun teistik yaklaşımla mümkün olmuş olan tanrı yorumu olduguna inanıyorum.

TANRININ VARLIĞINA DAİR DELİLLER;

KOZMOLOJİK DELİL; Evrenden hareket eden ontolojik delilin aksine,deney ve tecrübeyle elde edilen bilgilerden hareket eden kozmolojik delilili birkaç türünden söz etmek mümkündür.Bunlardan bir kısmı "havadis" kavramını,bir kısmı "hareket" ve "degişme" kavramlarını,bazıları da "imkan" kavramını merkeze alarak evrenin bir yaratıcı tarafından meydana getirilmiş olduğunu ispatlamaya çalışır.İslam teolojisinde kozmolojik delil tartışılırken üzerinde en çok durulan kavramlar;Allahın ilim,irade ve kudret sıfatlarıdır.Evrenle ilgili olarak da evrenin bağımsız bir gerçeklik olmadığı ve kendisiyle aynı özellikleri taşımayan bir varlığa yani Allaha muhtaç olması üzerinden durulmaktadır.Hem Platon hem de Aristo kozmolojik delilde kullandıkları en temel kavram harekettir.Platona göre hareket,bir varlığa ya dışarıdan gelir veya kendi kendinde vücud bulur.Sadece canlı varlıklar hareketin kaynağı olabilirler.Bu çercevede,Kelamcılar evreni bir imkanlar alanı olarak algılamışlardır.Mümkün olan evrenin;kendisi gibi mümkün olmayan ezeli vacib(zorunlu) bir varlık tarafından meydana getirildiğini kabul etmişlerdir.
Tanrının varlığını ispat için kullanılan kozmolojik delil şu şekildedir ;

Evren sonradan var olmuştur.
Sonradan var olan her şey ise bir var ediciye muhtaçtır.
Bu durumda alem de kendinden ayrı bir var ediciye muhtaçtır.
Var eden ezeli olmalıdır.
Aksi taktirde eğer o da sonradan var edilmiş olursa, o da başka bir var ediciye muhtaçtır.
Bu durumda bir ilk var edicinin var olduğu kendiliginden ortaya çıkmış olur.

"Evren sonra var olmuştur" ifadesi üzerine düşünülmesi gereken bir ifadedir.Biz evrenin sonradan var olduğunu veya evrenin bir zamanın içinde var olduğunu günümüz bilimiyle bilmekteyiz "Big Bang Teorisi" bu ifadelere yeterli bir delildir.Ama şu nokta önemlidir : Evrenin var olması belkide aratsal bir şekilde mümkün olmuştur yani demek istedigim şu dur ; Gezegenlerin var olduğu bir evren var ise belkide evrenlerin var olduğu bir alan mevcuttur bu da şu sorunu gündeme getirir o gündem ise bu argümanın o kadar da yeterli olmadığıdır.Ama şu da önemlidir tüm bu aratsallıktan kurtulup en başa çeker isek bu argüman dogru kabul edilir.Bu argüman akılcı bir argüman oldugu kadar sezgicidir de çünkü temellinde en nihayetinde herşeyi var eden bir tanrı fikri hakimdir.Bu bağlamda sezgiyide dahil ettigimizde bu argümanın bu anlamda geçerli olduğunu söylemekte sakınca yoktur işin tatsız yanı şu dur ki bu sezgiyi doğrusu sezgileri doğrulamak mümkün degildir.İlk öncül ifade olarak doğrudur çünkü burda sözü edilen ifade evrenler degil evrendir ve gerçektende bizim evrenimiz zaman içinde var olmuştur.Çoklu evrenler teorisi sebebiyle bu argümanın geliştirilmesi zorunluluk haline gelebilir.Argümandaki şu ifade önemlidir,Tanrı fikri ezeli olmalıdır yani ezeli-ebedi bir varlık olmalıdır ve var edilmemiş var edici olmalıdır buda onun kudretine işaret etmektedir.Tanrının ezeli olması şu anlamda önemlidir ki var olmuş herşey bir entropiye sahibtir yani bozulmaya düzensizleşmeye ölmeye,o yüzden bir şeyin tanrı olup olmadıgı konuşulurken bu kavram önem arz etmektedir yani tanrı entropiden münezzeh olmalıdır ki bu evrenin veya evrenlerın tanrı olamayacagına en nihayetinde hepsini yaratan ezeli bir varlık olduğu fikrini desteklemektedir.Allah diye hitap edecegimiz varlığın sıfatlarından birinin ezeli olması zorunluluk olmaktadır.

İMKAN DELİLİ ; İmkan deliline göre her mümkün olanın bir müessiri(var edicisi,ortaya koyucusu) vardır.Sonradan var olan, yok iken var olan nesne demektir.Durumu bu olanın mahiyeti (özelligi,sıfatı) yokluğa ve varlıga kabiliyeti olandır.Var olma ve var olmama niteliklerini içinde taşıyan (mümkün) nesnenin var olmasını sağlayan,kendi dışındaki mümkün değil zorunlu bir varlıktır,yani Tanrıdır veya Allahdır.Evren sonradan oluşmuştur.Her sonradan olan varlık da vacibul-vücud (zorunlu varlık) değil caizul vücud (var olması mümkün olan varlık ama olmamasıda mümkün olan varlıktır)dur.Aksi takdirde,evrenin yoklugunu düşünmek imkansız olurdu.Evren hudusundan önce ma'adum idi.Evrenin varlığı veya yokluğu zorunlu olmadığına göre onun varlığı da yokluğu da mümkündür.Evren var olma ve ya olmama tercihini kendi kendine yapamaz.Bu durumdaki evrenin bir yaratıcısı vardır ki,onu bilerek,bir hikmet (bilgi) üzere yaratmıştır.Onun var olması da yok olması da aynı derecede imkan dahilindedir.Başka bir deyişle mümkünün yokluğunu düşünmek hiçbir şekilde çelişki doğurmaz.Oysa "vacib"in durumu bunun tam tersidir."Varlığı Zorunlu Olan"ın yokluğu düşünülemez.Bu çelişki doğurur.

Bu sözlerle anlatılan genel olarak evrenin varolması da varolmaması da mümkündür burdan evrenin bir bilinci olmadıgını ve ikinci olarak da yaratılmış oldugu sonucuna varılmaktadır.Evren varlık kümesinin en büyügüdür varlık kümesinin evrenlerden sonra en büyük varlık kümesi oldugu bilinmektedir demek daha yerinde olur.Bu mümkün olan veya mümkün olmayan varlık(evren) bir müessire daha türkçe bir ifadeyle bir yaratıcıya ihtiyaç duymaktadır burdaki tanrı tanımı bu sebebtendir ki özgürlük sahibidir yaratada bilir yaratmayada bilir ama yaratmayı şeçmiştir ve en önemlisi tanrının argüman dahilinde zorunlu bir varlık oldugu iddia edilmektedir çünkü mümkün olanın veya mümkün olmayanın ondan daha üst bir yaratıcıya ihtiyacı vardır yani bir ulu bir varlıga ihtiyacı vardır buda tanrı olarak tanımlanmaktadır.Yani bu evren ve evrenin içindeki diğer nesnelerden yola cıkarak bunları mümkün kılan imkan dahilinde kılan bir varlıgı mümkün görmektedir.Bu argüman aslında her argüman gibi ikna etmeyi esas alır ama buda en nihayet düşüncesine dayanıp bunların ortasında önünde arkasında aratsal sebebler olsada en nihayetinde bir yüce,kutsal ve ulu diye tasfir edicegimiz aşkın bir varlık başka bir ifadeyle bir tanrı fikrinin yattıgını söylemek yanlış olmaz.

TASARIM DELİLİ ; Bu delil "varlığın üzerine kurulduğu düzen,mükemmel işleyen sistem,ince ayarlara dayanan işleyiş tarzı;bir tesadüften eseri olarak görülemez," kabulune dayanmaktadır.İslam teolojisinde evrenin hiçbir düzensizliğinin olmadığını söyleyen (Mülk 3) herşeyin bir sistem dahilinde yürüdüğünü beyan eden (Rad 8,Furkan 2) Kur'an ayetleri nizam deliline işaret etmektedir.Tesadüf ve ince ayar işleyen sistem arasındaki zıtlıktan hareket eden Maturidi de,bu ince ayar işleyen sistem fikri üzerinden,evrenin yaratılış hikmetine(bilgisine) geçmektedir.Evrendeki düzene insanın dikkatini çeken Kuran ayetlerinden en çarpıcı olanlarından biri şöyledir ; Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün değişmesinde insanların yararına olan eşyayı denizlerde gemileri taşıyor olmasında,çorak topraklara hayat vermek üzere gönderdiği yağmurda,türlü canlıları yeryüzüne yaymış olmasında,gök ve yer arasında kendilerine biçilen görevi yerine getiren rüzgar ve bulutların değişmesinde akledenler için işaretler vardır (Bakara 164) Gökler(astrofizik),yer(jeoloji),gece ve gündüz(meteoroloji),canlılar(botanik,anotomi ve genetik) ayette yerini bulmakta ve Allahın varlığı bilgi temelli bir akıl yürütmeye konu edilmektedir.İslam teolojisinde bu delilin üzerinde şu kişiler durmuştur ; Kasım b. İbrahim,Ebu Bekir er-Razi,Maturidi,İbn Hazm,Gazali,Fahreddin Razi,İbn Rüşd.

Tanrı kavramını delillendirmek için kullanılan bu argümanlardan sonra artık Allah kavramına geçebiliriz ve bu argümanlarda Allah için geçerlidir Allah Tanrı kümesine dahil olup ama tanımı gereği o kümeyi aşan bir varlıktır ama Allah tek başına bir varlık veya küme olup Tanrı kavramı ile kesişimleri olmuştur bu kesisim işe kendisinden dolayı değil insanın Tanrı'yı arayış serüveninden kaynaklanan bir kesişimdir.Allah kavramını Tanrı kavramından ayıran en temel özellik Allah kavramının özelleştirilmiş doktrinleştirilmiş olmasıdır yani tanrı deyince akla bir çok şey gelirken Allah kavramında aklımıza bir şey aklımıza gelir eğer Allah dedigimizde aklımıza bir den çok tanrı tasavvuru özellikle birbiriyle zıt degil ama çelişik düşüncelere kapılıyorsak bu tutarsız bir Allah kavramıdır ve büyük ihtimallede Allah kavramıyla bir alakası yoktur,alakası yoktur çünkü öyle bir tasavvur veya düşünce Allah kavramıyla tutarsız bir düşünce olur yani demek istedigim eğer biz bir kavramı düşündügümüzde onun doktrinine tanımına aykırı bir ifadede bulunursak veya doktrine aykırı bir düşünce içindeysek bu tutarsız veya çelişkili bir düşüncedir.En uygun bulunan tanımlama Allah kavramı üzerinde Kurandır nitekim bu kavramı var edende kurandır o yüzden biz Allahı Kuran üzerinden tanımlayıp onun üzerinden yorumlayıp değerlendirecegiz böylece bilginin ilk ve sade haline inmiş olup ve düşüncemizde ve tanımımızda yozlaşmalara ve bozulmalara yer vermemiş oluruz.Allah kelimesinin kökü El-İlahdan gelmektedir aslında ilah ile tanrı eş anlamlı kelimelerdir veya ilahın türkçede karşılıgı tanrıdır aslında Allah kavram olarak bir tanrı(ilah) kavramından gelmektedir.Çünkü Tanrıyla Allahın ortaklaşa durdugu zemin şudur ki ikiside kavram olarak veya zihinde bir düşünce olarak aşkınlık yücelik ifade eden kavramlardır ve aslında Kuranın en temel hikayesi budur ve Tanrının tarihinin en temel hikayesi budur önceden de belirttigim gibi insanoglunun tarih boyunca en çok üzerinde durdugu şey tanrının varlıgı veya yoklugundan çok tanrının tanımlanmasıdır örnegin ; Tanrı bir kültürde bedenlidir , bir kültürde doğadır, bir kültürde berekettir, bir kültürdede ölümlüdür onun zıttı olan bir kültürdüde ölümsüzdür.Bu örneklere bakıldıgında görülmektedir ki tanrının bir çok tanımı vardır ki bu tanımlar çogaltıla da bilir o yüzden en doğru ifade tanrının sonsuz tane tanımı vardır demektir sonsuzdan kastettigim ise bizim bilemeyecegimiz tanımlar bile vardır ve bana göre günüzmüzde bile hala tanrı tanımları üretilmektedir ve üretilmeye devam etmektedir.İnsan nesnel veya gerçek olan tanrıya değil kendi var ettigi veya kendince inanmak istedigi gibi bi tanrıya inanır.Vahiy bu yüzden çok önemlidir çünkü vahiy tanımı geregi tanrıdan gelen bir bilgidir ve insanoglunun ve insan zihninin ötesinde bir tanımdır.

KURANIN ALLAH TASAVVURU ;

O,Olandır Felsefe ve Kelam da Allahın varlığına ve birliğine ilişkin geliştirilen argümanların yanında Kuran yüce yaratıcıyı nasıl anlattığına bakmak gerekir.Kuran,Allahı hem zatı(kişi) hem de varlıklarla ilişkisini dikkate alarak tanımlamaktadır.Allahın zatına(kişiligine) ilişkin bütün sorgulamalar karşılığını İhlas Suresinde bulmaktadır.Bununla ilgili küçük bir inceleme yaptıgımızda şunları görürüz ; Kuranın özü olarak adlandırılan İhlas Suresi,saf inanç ögretisini ortaya koyması ve dinler tarihi boyunca dinlere sonradan eklenen yanlışları dışlaması açısından İslamın Allah doktrininin temelini oluşturmaktadır. 

İHLAS ;

Kul hüvellâhü ehad
Allâhüssamed
Lem yelid ve lem yûled
Ve lem yekün lehû küfüven ehad

De ki; O Allah bir tektir. 
Allah eksiksiz, sameddir (Bütün varlıklar O'na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir).
Doğurmadı ve doğurulmadı 
O'na bir denk de olmadı.

İlk ayeti ele alırsak "Kul" kelimesi "De ki" anlamına gelir. "Huve" ise arapça erkekler için kullanılan zamir olup "O" demektir.Şunu ifade etmeliyim ki Allahın bir cinsiyeti yoktur öyle ise Allah için neden erkek zamiri olan huve o anlamında kullanılmıştır sorusu bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde sorulabilir.Çünkü arapçada cinsiyet bildirmeyen herhangi bir varlık veya şey için erkek zamirleri kullanılmaktadır."Allahu" ise direk olarak "Allah" demektir. "Huvellahu" oldugunda ise O Allah manasına gelir.Ehad kelimesi genel olarak bir tektir anlamında kullanılsa da daha ziyade eşşiz şeklinde anlamlandırmak ve tanımlamak daha doğru olur.Çünkü arapçada tek demek için ehad değil vahid kullanılır ehadın köküde vahiddir ama ehad ifadesi ise daha farklı bir ifadedir.Ehad Allaha özel bir ifade olduğunu söyleyebiliriz."Ehad"ın üzerinde özellikle durmak istediğim bir husus da şudur "ehad" Allahı bütün varlıklardan farklı kılar.Ehad dedigimiz Allah üzerinde bir analoji yapamayız veya başka bir ifadeyle hiç bir benzetme yapamayız.Çünkü ehad kelimesiyle onu işaret ettigimizde artık o eşşiz benzersiz olmuş olur.Özellikle onu diğer tanrılardanda farklı kılar çünkü artık o eşşizdir benzersizdir o yüzden Allah ehaddır.

İkinci ayeti ele alırsak "Allahu" kelimesi yine Allah demektir."Samed" ise eksiksiz,ebedi,ölmez,ezeli anlamına gelmektedir ama bu cümle ayrı ayrı olarak değilde "Allahussamed" olarak incelenmelidir çünkü bu cümlede muzaf muzafın ileyh bağlantısı vardır türkçe ifade ile ise iki kelimenin bir araya gelmesiyle bir cümle oluşmuş ve iki kelime anlam olarak muttasıl(birleşik) olmuşmuştur yani bu cümleyi anlamlandırmak istedigimizde ayrı ayrı değil de bir bütün olarak ele almalıyız türkçede mesela "Araba Satıcısı" dediğimizde anlam olarak bunları ayrı düşünemeyiz muttasıl düşünürüz.Öyle ise "Allahussamed" ifadesi ifade olarak şu anlamlara gelmektedir Allah ezelidir,Allah ebedidir,Allah ölmezdir ama burda Allah kelimesi girdiği için ve tam bir üstünlük ifade ettiği için ve verdiğimiz anlamlarıda içine alması bakımından şu anlamlandırma daha yerindedir ; Allah sameddir yani herşey ona muhtaç, fakat o, hiç bir şeye muhtaç değildir.Buda doğrudan Allahın bir sıfatı olmaktadır.Yani öyle ise Allaha herşey muhtaçtır farklı bir ifadeyle Allaha sonsuz tane varlık muhtaçtır bu isimlendirme veya sıfatlamada Allahı tanımı bakımından dahada zorlaştırmaktadır.Çünkü onu bu ikinci ayettede dilsel bi yaklaşımla üstün olarak tanımlandı.Bu ifade ise şöyle anlaşılabilir sonsuz tane varlığın ona muhtaç olma halidir ve böyle oluncada bunun sonsuz tane örneği vardır mesela doğan çocuk Allaha muhtaçtır,İnsan hayatının geçimi için Allaha muhtaçtır.

Üçüncü ayeti ele alırsak "Lem" ifadesi türkçe olarak şu karşılığı bulur  "olmadı veya değil" ve "Yelid" kelimesi ise doğurdu anlamına gelmektedir öyle ise bir bütün olarak ele alırsak "Lem yelid" doğurmadı anlamına gelir.Bu anlamda ise Allahın bir oğlu veya kızının olmadığı ifade edilmektedir yani ifade onu bu tür hasletlerden(özelliklerden) uzak kılmıştır öyle olmadığını kast etmiştir,değilleme yoluyla Allahın ne olmadığı ve ne olduğu ifade edilmiştir.İfade ise Allahın hiç bir şey doğurmadığını böyle bir özelliği olmadığını söyleyip böyle birşeyin olamayacağını bildirmiştir.Bu ifade şu anlamda da önemlidir burda doğurmaktan kasıt onun bir nesebi olmadığına tek ehad ve samed olduğu ifadesininin anlamını güçlendirmektedir. Arap pağanizminde Allahın kızları veya türlü paganist dinlerdeki bir yüce tanrının evlatları çocukları olması aslında burda Allahın ifade ettiği şey hayır öyle değil Allah o yüce tanrılardan birisi değil onlar gibide değil çünkü onun bir evladı yoktur ve o onlardan üstündür ve doğrusu o Allah ki o yüce tanrılardan bile yücedir onlardan farklıdır anlamına gelmektedir."Yuled" ifadesi ise "Yelid" ifadesinin çekimlenmiş bir hali olup ifade ettiği anlam doğurmak değilde doğrulmaktır yani etken değilde edilgen olmaktır ve bu ifade de "Lem" ile gelmiştir yani "Lem Yuled" Allah doğrulmadı da demektir ve bu ifade yine diğer önceki ayetler olan ehad ve samed ifadeleri tekrardan açıklanmaktadır.Ve onun hiçbir varlığın evladı olmadığını ifade etmektedir.Bu iki ifade "Lem Yelid ve Lem Yuled,Doğmadı ve Doğrulmadı" ifadesi Allahın  ehad olduğunu bir soyunun nesebinin atasının olmadığını ve hiç bir şeye muhtaç olmadığını samed olduğunu ifade eder.

Dördüncü ayeti ele alırsak "ve" ifadesi karşımıza çıkar arapça ve türkçe de "ve" ifadesi aynı anlama gelmektedir."Ve" bağlacı katı bir bağlaçtır ve iki ifade arasında zorunluluk ifade eder mesela ; Yumurta yemeği yumurta ve yağ ile yapılır,diye bir ifade kullandığım zaman buradaki "ve" bir zorunluluk ifade etmektedir yani yumurta yemeği sadece yumurtayla yapılmaz ve sadece yağ ile de yapılmaz o zorunlu olarak yumurta "ve" yağ ile yapılır demektir.Bir başka ifade de Kuran da şöyle demektedir ; "Allah ve Resulune itaat ediniz" bu ifade bu ifade de "ve" ile bağlandığı için sadece Allaha değil sadece Resule değil ikisine bir arada itaat ediniz yani Allah ve Resulune ayrı ayrı itaat etmek mümkün değildir ama şöyle demiş olsaydı Allah veya Resulune ifade ediniz bu sefer bu iki ifade bu ikisine ayrı ayrı itaat edebilirdik ama böyle olmadığı için Allah ve Resulune itaat etmek gerekmektedir.Lem ifadesini üst bölümde açıklamıştık."Yekun" ifadesinin türkçe karşılığı "Olmak" demektir."Lehu" ifadesi ise türkçe olarak "O" demektir."Küfüven" ise türkçe olarak bir denklik bir eşitlik ifade etmektedir."Ehad" ifadesinide üst sayfalarda açıklamıştık,şimdi bu ifadeye bir bütün olarak anlam kapısından bakalım "Ve Lem Yekun lehu küfüven ehad" ifade türkçe olarak şöyle çevrilir "Ve ona bir denkte olmadı." Aslında bu ayette ehad kavramının açıklamasıdır.Aslında Kuran'ın kendi kendisini açıklaması İbni Haldun şu şekilde açıklamaktadır ; "Kuranda delil ve medlul ve tanık ile dava bir aradadır. -İbn Haldun,Mukaddime 1.Cilt 227".

ALLAH KAVRAMI ; Allah kelimesi köken olarak İlah kelimesine dayanmaktadır.İlah kelimesi ise türkçede Tanrı anlamına gelmektedir.Allah kelimesi özel bir isimdir ve şahısa özel bir isimdir litaratüel ifade ile ifade etmek gerekirse ism-i zattır.Onun El-İlah dan türetildiğide ifade edilmektedir. Arapça'da el takısı maarife anlamına gelmektedir maarife ise arafe kökünden gelmektedir arafe ise bilmek veya bildi demektir maarife ise bilinen demektir.Bu el takısı ingilicezdeki the takısıyla,almanca da ise das takısıyla aynı anlamı taşımaktadır.Allah el-ilah dan veya ilah dan türetilmiştir unutulmamalıdır ki bu isim türetildiği kökten daha farklı bir anlam ifade etmektedir demek istediğim ise Allah ile El-ilah veya İlah ifadeleri birbirinden çok farklı anlamları ifade eden kavramlardır.O sebebledir ki en başta özel bir isim ve şahışa özel bir ifade olduğunu ifade ettim. Araplarda islamdan önce kullanılan Abdullah ismi ise El-ilah işaret etmek için kullanılmış olup Allahı ifade etmemektedir.Fakat bu ismin kullanımı islamla devam etmiş ve müslümanlar kendilerine ve evlatlarına bu ismi vermiştirlerdir.Ama islamla birlikte artık el-ilah'a işaret etmek için değil Allah'a işaret etmek için kullanılmıştır.Ebubekir Sıddık çogunluk tarafından bilinen ifadeyle Hz.Ebubekir gerçek adı  Abdullah b. Ebu Kuhafe Osman'dır.Hz.Ebubekir'in islamdan önceki ismi ise Abdülkabe'dir.Burda Abdu kelimesi üzerinde durmak istiyorum Abdu kelimesi Abede kökünden türetilmiştir anlamı ise kulu,kuludur,kul oldu anlamınlarına gelir ve ibadet kelimeside bu kelimeden türetilmiştir.O yüzden bir ismin başında abede veya abdu varsa ondan sonra gelen isim ile tamamlanır onun kulu olduğuna işaret eder örneğin ; Abdullah Allahın kulu demektir,AbdülKabe Kabenin kulu demektir,AbdülMüttalib Müttalibin kulu demektir.Hz.Ebubekir'in ismi islam geldikten sonra kullanılması doğru değildi o yüzden ismini Abdullah yapmıştır çeşitli rivayetlere göre ise ismini kendisinin Abdullah yaptığı veya Hz.Peygamber (s.a.v) tarafından Abdullah ismi koyulduğu ifade edilmektedir.Allah kelimesinin kökenini ve islamdan önce ve sonra nasıl bir anlam ile kullanıldığını ifade ettikten sonra Allahın tanımına geçebiliriz.Allah kelimesi her ne kadar İlah (Tanrı) kökeninden türetilmiş olsa da Kuran'ın yaptığı Allah tanımı insanın yapmış olduğu İlah tanımından daha üsttedir.Allah tanımının Dinler Tarihi açısından önemi ise daha önce böyle bir tanımın yapılmamış olmasıdır buna en yakın tanım ise Yahudilik tarafından yapılmıştır.O sebebledir ki Allah tanımı biz insanların yapmış olduğu bütün tanımlardan başarılıdır ve o tanımlarından hepsinden münezzeh yani yüce olmuştur.Aslında vahiy'in temelleriden biride Allahı tanımlama gereğidir.Vahiy yüce bir güç tarafından veya başka bir ifadeyle gerçek yüce güç tarafından insanların tanrıya inanma gerçekleştirmek ve onlara gerçek tanrıyı tanıtmak için bir insana zaman içinde gönderilen bir bilgidir diyebiliriz.Allah kavramı ise bu konunun önemli bir parçasıdır ve o vahiy dediğimiz bilginin doğruluğunu ve yanlışlığını ölçmek için önemli bir kavramdır.İslam dini 610 yılında Hira Mağarasında doğmaya ve var olmaya başlamıştır bu vahiyi alan kişi ve aldığını iddia eden kişi ise Hazreti Resul Muhammed bin Abdullah(s.a.v)dir.Hz.Muhammed bin Abdullah ise 610 yılında Hira Mağarasında bu olayı yaşadığında korktuğunu bedeni ve dili ile ifade etmiştir.Ben bu tepkiyi çok doğal görmekteyim çünkü herhangi bir insan hiç tecrübe etmemiş olduğu bir varlığı görmesi halinde korkabilir ve o varlık onunla konuştugunda ise o korku dahada arta bilir.Aslında soru şu dur bu kişi gerçekten vahiy almışmıdır yoksa almamışmıdır yani bunu uydurmuşmudur.İlk önce uydurma ifade üzerinde durmak istiyorum.Bunu uydurmuş olmasının veya uydurmuş olmamasını anlamanın yolları olarak şunlar öne sürülebilir : vahiy aldığını iddia eden bireyin kendisi ve içinde yaşadığı çevre incelenip bunu uydurmuş olması ihtimali çözümlenebilir.Muhammed bin Abdullah Hicaz bölgesinde doğmuş bir araptır ve ailesi ise o bölgenin asil bir kabilesi olan Beni Kureyş'den gelmektedir bu kabilenin en önemli lideri ve bu kabileyi bu kadar güçlü olmasını sağlayan  kişi ise Kusay'dır.Bu kabilenin en büyük atası ise İsmail bin İbrahim dir bu kişiler ise bilinen ismiyle Hz.İsmail'dir.Muhammed bin Abdullah arabistanda doğmuş ve o coğrafyada büyümüştür.Kendisi toplum normlarına bağlı biri olarak görünmektedir ve ahlakçı ve ahlakçı olmaya eğilimli bir kişiliğe sahiptir.Ahlakçı olması şu acıdan önemlidir Mekke'deki bir insan ahlaklı veya ahlaksız olabilme fırsatına sahiptir o ise ahlaklı olmayı tercih etmiştir bu tercihten ötürü ahlaklı olması önemlidir.Ahlak derken çok genel bir şeyi ifade ettiğimi söylemek istiyorum. Dediğim gibi toplum normlarına bağlı biridir her ne kadar putperest olmadığı söylense de bakıldığında putperest anlayışın kurallarına uyan birisidir.İslamdan önce şu sıfatla sıfatlandırılmıştır ve o şekilde tanınmıştır "Muhammedul Emin" yani Güvenilir olan Muhammed anlamına gelmektedir bu ise onun ahlaklı biri olduğuna bir delildir.Parasını kazandığı yaşından beri yoksula ve düşkünlere verdiği islamdan önce ve sonraki zamanlarda da bilinmektedir o yüzden toplumda bazı kişiler onu akılsızlıkla ve aptallıkla suçlamıştırlar o ise bu eleştirelere aldırış etmemiştir.Kendisi gibi biri olan Abdullah b. Ebu Kuhafe Osman (Hz.Ebubekir) ile çok önceden beri arkadaşdırlar ve her anlamda birbirlerine benzemektedirler.Muhammed bin Abdullah'ı herkesden ayıran en genel özelliği ise sürekli olarak Hira Mağarasına inzivaya ve düşünmeye çekilmesidir açıkcası bunun nedeni bilinmemektedir ama görülmektedir ki düşünmeyi,ahlaklı olmayı genel olarak etik kurallarına bağlı olmayı amaçlayan birisidir belkide Hira Mağarasına gitmesinin nedeni budur orda bir çok şey üzerine düşünüp kendisini eleştirip daha iyi biri olmak hususunda kendisini geliştirmeye çalışıyor olabilir buda aslında onun varoluşşal zekasının yüksel olduğunu göstermektedir.Bilinmelidir ki Muhammed bin Abdullah çocukluk yaşında ailesini kaybetmiş ve yetim olarak büyümüştür aslında bu önemli bir detaydır,kimsesiz olması onu düşünmeye iten önemli bir etken olabilir tarih göstermedir ki bu tip insanlar yani yetim büyüyen insanlar tarihte büyük işlere malik olmuşlardır.Dil bilmeme konusu şöyle değerlendirilebilir : Önce şunu söylemekte fayda buluyorum tarihe baktığımızda gerçekten de bu dönemde arapça okuma yazma bilen sayısı çok değildir.Aslında bu dönemde araplar arasında yazı yeni birşeydir bu yazı isenin kökenleri ise Babil Uygarlığına kadar dayanmaktadır bu yazıyı Babil Uygarlığından Nebatiler arabistan'a taşımışlardır ve Nebatilerle aktarılan bu yazı zamanla arabistan'da yayılmıştır bu dönem ise yayılmaya devam ettiği dönemdir.Ki arapça tam anlamıyla bir kuralları bilinen bir dil olarak var olması 800 ile 880 - 900'ü bulur aslında arab dilini nahiv(gramer) olarak, sarf(ifade biçimleri köklerin anlam doğrultusunda bilinen belli kalıplara çekilmesi) gibi konular bu dönemlerde entellektüel olarak ele alınmış ve arapça gerçekten kuralları tespit edilmiş ve ortaya konmuştur.Bu çalışmaların temelini oluşturan arapçayı bilinen bir dil haline gelmesini sağlayan kitap ise Kur'an-ı Kerim dir.Bu fasılaya bakarak şunu diyebilirim gerçekten Muhammed bin Abdullah'ın yazmayı ve okumayı bilmemesi tutarlıdır fakat öyle oluncada şu soruyu sormak gereklidir tüccar olan birisi yazmayı ve okumayı bilmiyor ise bu tüccarlık mesleğini nasıl icra ediyordu ? Bu işin şöyle olması büyük ihtimal dahilindedir bilinmelidir ki o zamanlarda tüccarlığın yapıldığı dil arapça değil aramiceydi aramice ise ibranicenin bir lehçesidir.Ve bu iki dil Arapça ve Aramice aynı dil ailesinin birer diliydi ve bir arap için aramice bilmek zor değildi.O zaman Muhammed bin Abdullah arapça bilmiyor olabilir nitekim kendiside arapça bilmediğini ifade etmektedir ama görülüyor ki o bir tüccardır öyle ise onun bildiği dilin aramice olması muhtemeldir.Kuran'da ise İbranice kökten hatta Süryanice kökten gelen bir çok kelime vardır melek kelimesi buna basit bir örnektir bu kelimenin asıl kökü ise İbranicedir.Bir veya iki veya üç dil aynı kökten olduğu zaman o dil bu dilden bir kelime almış denilemez yani Arapça İbraniceden kelime almış ifadesi pek tutarlı bir ifade değildir çünkü bunlar aynı dil ailesinden olan diller olduğu için buna kelime almak denilemez aslında bu önemli bir ayrımdır ve bir çok dilci için bu kural geçerlidir.Genel olarak Muhammed bin Abdullahı esas aldıktan sonra birde bu coğrafyaya göz atalım.Arabistan tarihten beri ikiye ayrılmaktadır ki bu ayrım en eski uygarlıkların haritalarında bile vardır.Kimileri Güney Arabistana Bahtiyar arabistan demiş Kuzey arabistana ise Büyük arabistan demiştir.Biz ise daha sade bir şekilde Kuzey ve Güney arabistan diyecegiz.Güney Arabistan'daki araplar gerçek araplardır bunlara arabı aribe yani saf araplar gerçek araplar denmektedir ve bu arapların kültürü ile kuzey arabistanının araplarının kültürü farklıdır.Güney arapları daha çok ticaretle uğrasan araplardır ve yemen bölgesinin verimli bir arazi olması nedeniyle tarım ilede uğramışlardır burda çeşitli uygarlıklar var olmuştur bunlar ; Main,Sebe,Himyar'dir Himyar ise bir haneden olup daha sonradan Sebenin yerine gelmiştir bu insanlar radikal bir kararla Yahudiliği benimsemiş ve diğer dinden olanlara baskı yapmışlar hatta katletmişlerdir.Marib şehri ise önemli şehirlerdendir bu şehir daha çok ise Marib Barajı ile tanınmıştır ki tarıma elveriş veren aslında bu barajın sahip olduğu su'dur.Güney arapları Kuzey arapları gibi pek savaşcı değildirler.Güney araplarında ensest evlilik çok yaygın birşeydir hatta birisinin kendi annesiyle evlenmesi gibi şeyler çok değerli görülmektedir ve daha birçok evlilik şekli bulunmaktadır.Güney araplarında eşleri değiştirme,eşini bir adama gönderip ondan çocuk sahibi olmasını isteme ve hatırlayamadığım bir çok evlilik türü vardır bu tür evlilikler Kuzey Araplarında sık değildir özellikle ensest evlilik Kuzey araplarında pek görünmemektedir bu evlilik türleri ise İslamın gelmesi ile oluşan dönemde ve sonrasında yasaklanmıştır ve günümüzde bildiğimiz sistemi yerleşmiştir.Genel olarak arabistanın tümünde ise eğitim kültürü yoktur o yüzden arap coğrafyası entellektüel nitelikten oldukça uzaktır okuma-yazma bilmek ise islamdan sonraki döneme kadar hiç yayılmamıştır bilenler ise kendi çabalarıyla öğrenmişlerdir genel olarak arabistan okuma-yazma bilmenin yaygınlaşmaya başladığı dönem Nebat'dan sonraki dönemdir ve İslamdan sonraki dönemde ise Arabistanda ve Ortadoğu'da yayılmıştır.Ama şu önemlidir ki araplar arasında arapçayı iyi konuşmak önemli bir niteliktir ki islamdan sonraki hükümdarlar bununla övünmüştürler ve birçok bilim ricali(adamları) bu dili bilmek için çabalamışlardır.Zaten arap diliyle ilgili önemli bir takım kitapları arap olmayan ve genellikle süryani ve farisi olan nitelikli kişiler tarafıdan telif edilmiştir.Güney arapları ticaret insanları iken Kuzeyliler bedevi yani konargöçer bir hayat sürmekteydi savaşa önem verirlerdi ilginç olan bir bilgi ise bu bedevilerin konuştu dil fusa arapçaydı yani saf arapçaydı o yüzden birçok kişi islamdan önce de sonra da çocuklarını bedevilerin yanına dil ögrenmesi için gönderirlerdi.Kuzey arapların ise arabi muzdaribe denilirdi yani araplaşan topluluklar.O yüzden İsmail bin İbrahim aslen arap olan biri değil araplaşan bir kavimin üyeysiydi ve ondan sonraki zürriyeti(evlatları)de bu araplaşan topluluğa dahildi o sebeble bilinmelidir ki Muhammed bin Abdullah araplaşan bir kavimin üyesiydi ve Beni Kureyş(Kureyşogulları)da araplaşan bir kavimdir ve aslen bedevi bir topluluktur sonradan Kusay bin Kilab'ın siyasi başarıları sayesinde Mekkeyi ele geçirmiş yerleşik hayatla varolmaya başlamış bir kavimdir.Kabenin hikayesi ise şöyle gelişmiştir kaynaklara göre Kabeyi inşa eden kişi iki tanedir.Birisi Hz.İbrahim diğeride Hz.İsmail'dir ve İsmail burda yaşamaya başlamıştır.Namaz ibadetinin ise o dönemden müslümanlara miras kaldığı rivayet edilmektedir.Namazın paganistmi yoksa semavi din geleneğinden geldiğimi sorusu dinler tarihinde sorulan sorular arasındadır.Kabe ilk kurulduğunda semavi din geleneğine bağlı tevhidçi bir tanrı fikrine bağlıydı zamanla İsmail bin İbrahim'in ölmesiylede başka güçlü kabilelerin eline geçti  paganist geleneğin ise bu dönemlerde Kabe'nin olduğu yerde varolduğu söylenir.Kaynaklarda ilk defa çoktanrı fikrini ortaya çıkaran ve ilk putu getiren kişinin Luay isimli bir arap olduğu söylenir ondan sonra islamın varoluşuna kadar Kabenin paganist gelenekle iç içe olduğu söylenir eğer tarihin dediği gerçekten bu ise ve namaz İsmail bin İbrahim'den beri varsa görülmektedir ki bu tevhidçi gelenek zamanla paganizme karışmış ve içinde varolmuştur.Ama özü itibariyle namaz geleneği semavi din geleneğine bağlı bir gelenektir.Şunun da altına cizmek isterim namazın gerçek ismi "salat veya salla"dır.Namaz ismi ise çok daha sonradan Türkler ve İranlılar tarafından kullanışmıştır.Namaz kelimesi ise aslen farscadır bu kelimenin asıl kökeninin hintçe olduğu söylenir ve namazte ifadesinden geldiği ifade edilir.Genel olarak Arabistana baktığımız zaman görülmektedir ki bir uygarlık olmaktan çok uzak bir coğrafyadır.Ama bu insanların dil konusunda ve ticaret,savaş gibi konularda başarılı olduğu söylenebilir.Genel olarak Muhammed bin Abdullah böyle bir coğrafyada var olmuş ve anlattığımız üzere böyle bir insandır.Bunlara bakıldığında onun vahiy almadığını ifade edip bunu uydurduğunu söylemek pekte tutarlı görünmemektedir.Ama ben şu ihtimali göz önünde bulundurmak istiyorum ki bunu göz önünde bulundurmamın sebebi bu tür eleştirel olmasıdır ve eleştirilerin genel ifadesi şudur ; Bu kitapı tacirlik yaptığı zamanlarda gittiği şehirlerden duymuş olduklarıyla yazmış olabilirmi ? Muhammed bin Abdullahın ticaret için gittiği iki bölge vardır bunlardan birisi Mısır bir diğeri ise Dimeşk(Şam) bölgesidir.Mısır'da böyle bir şeyler duyup yazdığını söylemek güçtür çünkü Mısır artık o antik çağlardaki görkemini kaybetmiştir görmekten kastım ise o entellektüel birikimi meşhur kütüphaneleleridir.Mısırın Ptolemy Kütüphanesi Jül Sezarın Mısırı fetih etmesiyle yakılmış ondan sonra ise İmparator Augustus döneminde tamamiyle bir tarım bölgesine çevrilmiştir.389'da ise dönemin imparatoru ve yanlış hatırlamıyor isem Batı Roma ve Doğu Roma olarak Romayı ikiye bölen imparator'da bu imparatordu.Devam edelim 389'da ise dönemin imparatoru tarafından İskenderiyye Kütüphanesi yakılmıştır.Bu genel tabloya baktığımızda ise bu tür bilgileri burda bulabilmesi çok güçtür.Şam bölgesi ise bu tür bilgileri bulması açısından daha zordur.Bakıldığında ise böyle bir kitap yazmasına yarayacak bilgiler bu bölgelerde bulunmamaktadır.Ve şu unutulmamalıdır ki bu tür bilgiler bulsa bile bunları yazmasına neden olucak bir neden bulunmamaktadır.Daha açık bir ifadeyle Dünyanın yuvarlak olduğunu Muhammed birinden duyup yazdı ki Yunanlılar bunu zaten biliyordu denebilir.Fakat unutulmamalıdır ki dünyanın yuvarlak olması yunanlar içinde çokta yaygın bir bilgi değildi ve ikincisi ise o dönemde dünyanın şekliyle ilgili bir çok ifade bulunmaktaydı.Yani Muhammed bin Abdullah duyduğu ifadelerden birini gelişi güzel yazdı ve doğru çıktı demek tutarlı değildir.Ve şu hususta önemlidir ki Kuran bir anda iki kapak arasında ortaya çıkan bir kitap değil yaklaşık 23 yıllık bir sürecin eseridir o yüzden bu kitabı uydurması dahada zorlaşmaktadır.Bu süreç içinde bir çok olay olmuştur ne zaman kendisi yazdı nasıl vakit buldu kimsemi anlamadı bu tür sorular önemlidir.En önemli konu ve son konu ise retorik ve belağattır.Kur'an arap dilinde dünde bugünde en üstün kitabıdır ve tarih boyunca ifadesi ve yöntemi yakalanamamıştır.Ve kendisini okuma yazma bilmemekle itham eden birisinin bunu yazması bana kalırsa imkansızdır.Eğer yalan söylemiş gerçekten okuma yazma biliyor ise böyle bir kitap yazması çok zordur.Kur'an hakkında şu bilinmelidir ki arapçanın bütün kuralları onda mevcuttur.Genel olarak elimizdeki bilgilere baktığımızda Muhammed bin Abdullah'ın bunu uydurdurduğu ihtimali oldukça düşük uydurmadığı ihtimali ise oldukça yüksek olarak görünmektedir.O yüzden Hazreti Resul Muhammed bin Abdullah'ın 23 yıllık mesajı kanaatimce bir vahiydir.Allah kavramına tekrardan baktığımızda ise görülmektedir ki bu kavram Tanrı kavramının üstünde bir kavramdır ve onuda aşan bir kavramdır.Özellikle Allah tanımlanmasının bu kadar üst düzey olması ve tarih boyunca insanların yaptığı tanımlardan farklı ve daha değerli olması Allah kavramını dikkate almaya değer yapar.Ve o tanrının gerçekliğini artırmakla beraber o tanrının gerçek tanrı olduğu ve gerçek tanrı olması sebebiyle onun vahiyinin gerçek bir vahiy olduğu fikrini destekler.Allah kavramını sade bir şekilde açıklamaya çalıştık ve ondan ve tarihsel veriler aracılıgıyla vahiyi temellendirmeye çabaladık.Allah kavramı hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenler Haşr Suresinin son ayetleri olan ve bilinen ismiyle "Lev Enzelna" olan kısma bakabilir youtube'dan mealli bi şekilde dinleyebilirler.Bilinmelidir ki Allah'a atıf edilen her isim veya sıfat onu tenzih etmek ve onun ne olduğunu ortaya koymak içindir.Allah ilk olarak sezgilerle sezilen sonradan ise akıl aracılığı ile vahiy bilgisi üzerinden temellendirilmiş bir varlıktır.


İMAN KAVRAMI ; İman,bireyin bir varlığa veya bir düşünceye bilinçli olarak inanmasıdır ve hayatını o inanca göre biçimlendirmesidir.İman bireysel bir duygu ve düşünce halidir.Genel olarak insanlar imanını sosyolojik unsurlardan alırlar yani insanlar yaşadıkları büyüdükleri ortama göre inançları biçimlenir veya biçimlendirirler.Özellikle günümüz dünyası olan globalleşen dünya da ise insanların inançları yerel coğrafyalarından çok globalleşen dünyaya göre biçimlenmektedir.İman,bir duygu ve düşünce hali olup insan türü varolduğundan beri tecrübe ettiği bir haldir.İnsan varoluşundan itibaren sürekli olarak birşeylere inanmıştır.İlk çağlar da insanlar çeşitli doğa olaylarına inanıp iman etmiş ve o unsurlara kutsallık atıf etmişlerdir.Bazıları ise doğaya kutsallık atıf etmiş ve onu var edici ilan etmişlerdir.Bu olgular ise tarih boyunca devam etmiş şekillenmiş çeşitli anlayışlara dönüşmüşlerdir.Bu iman olgusu ise zamanla din ismiyle isimlendirilmiş ve kutsallık atıf edilen varlıka tapınılmaya başlamıştır ki aslında bu olay ilktir sonradan ise bu olgu zaman içinde din adını almıştır.İlk çağdan itibaren baktıgımızda görülüyor ki insanın iman ihtiyacı bir kutsal tasavvuru veya bir tanrı tasavvuru üzerinden biçimlenmiştir.İlk tasavvurlara baktığımızda insanın iman ettiği kutsal insanın hayatının içindedir.Bu sebebledir ki bu insanların inancı hayatlarının içindedir ve ona göre yaşamaktadırlar bu vaka ise tarım toplumlarında daha açık bir şekilde görülmektedir örnek vermek gerekirse Sümerliler buna bir örnek olabilir.İlk çağda görülmektedir ki iman insanın ihtiyaçları çerçevesinde gelişmektedir.Bu ihtiyaç ise psikolojik,sosyolojik olarak özetlenebilir.Savaşcı toplumlarda savaşçı tanrılar öne çıkmış,Tarımcı toplumlarda ise tanrılar daha çok tarımla alakalıdır.Antik Yunan'da özellikle Athena devletinde felsefe ve diğer ilmi faaliyetler çok daha etkindi bu insanlar ise bilgeliğin tanrıcası olan Athena'ya iman etmekteydi.Öyle ise insanların inancı o insanların akıllarına göre biçimlenmektedir.Bu durumun tarih de ilk değiştiği toplumun Yahudi topluluğu olduğu söylenebilir.Yahudi toplumuna baktığımızda bir sami topluluğudur ve ataları olarak İbrahimi görürler.İbrahimin babasının ismi ise çeşitli kaynaklarda geçmektedir ve hemen hemen her kaynakta ismi farklıdır Tevrat ve İncil de ismi Terah Kur'anda ise Azer'dir ismini bilmediğim bir başka kaynakta ise Taruhdur.Ben bu isimlerden Azer'i kullanacağım öyle ise Yahudiler ataları olarak İbrahim bin Azer'i görmektedirler.İbrahim ise Ur şehrinde doğmuştur bu şehir ise Mezopotamyada'dır.İbrahim bin Azer ise Ur şehrinden ayrılmış Filistin bölgesine göçmüştür.İbrahim bin Azer bakıldığında bedevi bi hayat yaşayıp geçimini ise hayvancılıkla sağlamaktadır bu iş torunu Yakup bin İshak'a kadar devam etmektedir.Hz.Yusufun başına gelen bir takım olaylar serüveni yaşanmış ve en sonunda Yusuf bin Yakup Mısır Devletinde Maliye Bakanı diyebileceğimiz bir makama gelmiş ve ailesini yanına almıştır ve artık Yahudiler Mısır'da yaşayan bir topluluk haline gelmiştir.Bu topluluk Mısır da zamanla köleleşmiş bir topluluk haline gelmiştir ve bu mevcut düzeni bozucak olan kişi ise Musa bin İmran'dır.Bu kısa kıssayı anlattıkdan sonra esas konumuza geri dönelim.Aslında iman tarihinde az önceki anlattığımız iman ile ilgili durumların ve imanın psikolojik ve sosyolojik bir unsur olmaktan ve insan aklının bir ürünü olmaktan çıkıp olduğundan daha da kutsal bir ifadeye dönüşecegi tarihdeki ilk yer burasıdır.Musa bin İmran'ın aldığı vahiyle köle olan bu toplum Mısır hükümdarına isyan etmiş ve bu toplum Mısır'ı terk etmiştir.Bu topluluk kölelikden uzaklaşıp zamanla savaşcı bir topluluk haline gelmişler ve Filistin'i feth etmişlerdir ve orada bir devlet kurmuşlardır.Bu tarihi olay özellikle Yahudilerin Mısır'da köle olan bir topluluk bilgisi bilinen sebeblerden ötürü bir takım taraflar tarafından reddedilmektedir fakat şurası bir gerçektir ki tarihte Filistin coğrafyasında bir Yahudi devleti var olmuştur ve bu Yahudi devlet kendi dinini bize Musevilik olarak tanıtmıştır.Aslında kırılma noktası burdadır bu sefer ki iman anlayışı mevcut düzeni reddetmiş ve köle olan bir topluluğun bütün psikolojik ve sosyolojik normlarını kabul etmeyerek bambaşka bir anlayış ile varolmuş ve o toplumu değiştirmiştir genel olarak baktığımızda çoğu vahiy böyledir birşeyleri gerekliyse yıkmak gerekli değilse değiştirme kaygısı gütmüştür.Görülmektedir ki vahiy kavramı bu vaka'da insan aklının bir ürünü olmaktan çok daha farklı bir kaynaktan gelmektedir ve vahiy ile iman olgusu diğer iman çeşitlerinden daha başka bir yerde durmaktadır.Aslında şöyle bir soruda sorulabilir belkide bu bir vahiy değil köle olan insanların hürleşmeleri uğruna kendince uydurdukları bir takım şeylerdir ? Böyle bir soruda o toplumun normlarına bakılmasında bir fayda vardır unutulmamalı ki günümüz ile o günün insanın psikolojisi çok farklıdır ve unutulmamalıdır ki o çağlarda kölelik bir sınıftır ve köle olmak çok doğal bir şeydir ve o köle insanların zihinleride buna göre şekillenmektedir ve o insanlar bu köle ismini benimseyip ona göre yaşamaktadırlar.Ne yaziktır ki böyle olunca bu sınıf bir anda yok edilemez ancak zaman ile yok edilebilir hale gelmiştir çünkü bu sınıf bir anda yok edilse bu sefer daha büyük sorunlar beklemektedir bu insanların kendini köle olarak benimsemeleri durumu aslında yokedilmesi gereken esas meseledir.Belki'de bu sebebledir ki Kuran da kölelik bir anda değil zaman ile yok edilmesi gereken bir husus olarak ifade edilmiştir.Yahudi toplumuna bakıldığında ise bu insanlar Mısır'dan çıktıktan sonra köleliği terk etmelerini garipsemiş ve eski yaşantılarına dönmeyi bir parça arzulamıştır.Arzulamakla beraber bu vahiy anlayışınıda dışlamışlardır ki Tevrat'ın Genel ismiyle Tora bölümü suret olarak ise Mısır'dan Çıkış bölümü bu hususu daha detaylı bir şekilde anlatmaktadır.Kuran'da köleliği zamanla yok etmek ifadesine gelirsek şu örnek verilebilir ; "Fakat o, sarp yolu göze alamadı. O sarp yol nedir,biliyormusun ? Köle azat etmektir. BELED 11-13".Genel konuya dönersek görülmetedir ki iman konusunda tarihde bilinen ilk kırılma Yahudi toplumunda olmuştur ve onu çok kapsamlı bir şekilde değiştirmiştir.Günümüze dönersek imanın ilk çağdaki iman anlayışından pek bir farkı olmadığı görülmektedir.Ama birşeyler değişmiştir artık daha farklı dinler doğmuştur din denilen bu kavram çeşitlilik kazanmıştır.Din aslında insanın imamına göre yaşamaya çalışmasıdır o sebeble denebilir ki insan neye göre hayatını düzenleyip yaşıyorsa o o bireyin dinidir ve imanıdır.İmanın dışa vurumu ibadettir denebilir ibadet ise iman edilen kutsalın buyruklarıdır ve birey o kutsalın buyruklarına itaat etti surette iman etmiş sayılır bu itaat ise ibadet olarak isimlendirilir.İmanın ise üç boyutu vardır ; bilgi,anlayış ve idrak.Birey ilk olarak bilgisi ile inanmaya ve iman etmeye başlar ve o kutsalın yoluna girmiş olur zamanla o kutsalın buyruklarına uydukça onları hayatına sokup yaşadıkca onu artık sadece bilmeyip hem bilip hem anlayış haline getirmiş olur.Öyle ise iman insanın zihnini şekillendiren önemli bir unsurdur bu anlayış noktası ise bilinçli imancı için önemli bir kısımdır çünkü birey anlayış evresinde o iman ettiği kutsalın ne olduğunu daha yakından görüp onunla iyice tanışmış olur bu evrede birey o kutsalı dahada çok kabul ederse bu imanın katlanması olup inancını kesinleştirir.Ve onu daha iyi tanıdığını gören birey o kutsaldan uzaklaşma yoluna gidip ya onu kabul etmez veya bilgi evresinde imanını yaşamaya devam eder bu durum ise daha çok insanın yaşadığı çevreyle alakalı olup yaşanılan çevrenin verdiği tepkiden kaçınıp bilgi evresinde yaşamayı seçebilir veya daha cesur olup onu kesin bir şekilde kabul etmeye bilir.Bu durum ise bireyde bir boşlup yaratıp yeni bir kutsal arayışına sürükleyebilir.Herhangi bir kutsala iman etme ihtiyacı karşılanmaz ise bu bireyde bir takım sorunlara sebebiyet verebilir.İdrak bölümünde ise anlayışla imanı katlananan bireyin artık tamamiyle o kutsal varlığın kulu olup onunla tam bir uyum içinde yaşamaya ve onun uğrunda yaşamaya yönebilir ve bütün dünyası o kutsal varlığın uygun ve uygun görmediği biçimde şekillenir.Aslında çoğu insan bu evreyi yaşayamamaktadır çünkü bu ulaşılması ve yaşanılması zor olan bir evredir ve birey bu evreye geldikten sonra o kutsala olan imanını bırakması imkan dahilinde pek değildir.İdrak evresinin en başarılı temsilcileri olarak peygamberler gösterilebilir.


Bu yazımızda genel olarak Tanrı kavramını ona yaklaşım biçimlerini ve inanç türlerini ve insanın tanrıya inanma istegini onu tasavvur ediş biçimini açıklamaya çalıştık.Bunun yanında Tanrı yaklaşımına dair olan görüşlerin bir kaç argümanını sunduk bununla birlikte özellikle Teist yaklaşım üzerinde durup Vahiy kavramını açıklama çalıştık.Kur'an'ın bir vahiy mi yoksa Kureyş soyundan gelen bir kişi tarafından uydurmamı yoksa gerçek bir vahiy mi olup olmadığı konusu üzerinde durduk.Bunlarla birlikte iman kavramını ve onun biçimini açıklamaya çalıştık.Bu genel şeyleri açıklayarak en nihayetinde Allah kavramı üzerinde durup ve ona imanın islam için neden gerekli olduğunu açıklama çalıştık.






1 yorum:

  1. Udemy de içeriğinizi aldıktan sonra web sitenize bakmak istedim.Yazınız çok uzun olsada mumkun oldugunca okumaya çalıştım.Asıl problem de zaten buya; okumamak, dinlememek, düşünmemek vs.. veya tum bunları yaparken veya yapmadan önce ön yargı duvarları örmek.Çünkü bulunulan durum daha cazip, daha alışılmış yada anlaşılması yada uygulaması sanki zor gibi geliyor(bu da cazipliğe giriyor sanırım).

    Hep şunu düşündüm

    Nerden geldim nereye gideceğim ve ne için yaşıyorum sorularının cevabını bulmak için ömür yetmeyecek, ömür dediğin aslında çokta kısa.Bu soruların cevabı olan hakikat ney, bu sırra ulaşamadan ömrünü tüketenlerin çok büyük bir kısmı toprak altında.Ya bende bu sırra ulaşamadan...Cevabı zor bulanacak hatta bulmak için ömür yetmeyecek veya buldum desende belkide yanlış olacak cevap konusunda yaratıcı gaddar olmayacaktır diye düşünüyorum.Bu sırra ulaşabilmek için muhakkak yardımcı olmuştur ayetleri,peygamberleri vs.. hatta ve hatta sevgi, şevkat, mehamet, öfkelenmek gibi duygularında bize birşeyler anlattığını birşeylerin yansıması olduğunu anlayabiliyorum.Ne için yaşıyorum, nerden geldim, nereye gideceğim bunu bilen var ama ben bu olan biten ve sonucu görülmüş sürecte bu sırra erişebilecekmiyim....Bunu çok isteyerek ve anlamlandırarak söylüyorum; umarım erişenlerden oluruz.Kim bilir? :)

    YanıtlaSil