Metafizik

Anakronizma: Olayların gerçek düzenindeki tutarsızlığı ya da tarihsel gerçekliğin dışına çıktığını göstermek için kullanılır.
Seküler: En basit anlamıyla ünyalaşma olarak ifade edilebilir.
Aşkın Metafizik: Konuları duyu yoluyla algılabnabilir olanın ötesinde olan spekülatif metafizik.
Numen: Fiziksel tabanı olmayan duyum ve sezgi ile algılanabilen soyut kavramlar.
Anitomi: Çelişki
Monizm: Tek bir tözün var olduğunu söyleyen öğreti
Düalizm: Monizm karşıtı öğreti
Epifenomen: zihinsel ifadeler beyinden kaynaklanır ancak zihinsel ifadelerin beyin üzerinde etkisi yoktur mesela çiçekten kaynaklanan konunun çiçek üzerinde etkisi olmaması gibi.
Geist: Hegelin adını verdiği evrensel zihin
Dasein: Heidegger'in insan varlığı için kullandığı terim
Vokabüler: Söz varlığı
İde: idea kavramı
(Her alıntı yaptığım cümlede '' '' işaretini kullanmadım)
Selam Laedri. Felsefeye giriş serisinin bu ikinci yazısında felsefenin en temel alt disiplinlerinden biri olan metafiziği işleyeceğiz. Genelde insanlar metafizik denilince falcılardan,büyücülerden vs. bahsedildiğini düşünülebiliyor ya da metafizik gibi çok önemli bir alanı ''özel güçlerini kullanırken kameraya yakalanan 10 insan'', ''Japonya'da kaldırımda araba çarpacakken yayayı kurtaran gizemli yolcu'' gibi videolara indirgeyebiliyor. Ama tabii ki yüzyıllardır üzerine çokça konuşulan ve eleştiriler getirilen metafizik alanı bu kadar basite indirgenebilecek bir konu değildir. Felsefenin tanımında olduğu gibi metafizikten de farklı felsefeciler ya da okullar farklı şeyler anlamışlardır. Metafizik kelime anlamı olarak başına aldığı ''meta''ön ekiyle fizik ötesi anlamına gelmektedir. Buradan da az çok anlaşılabileceği gizi fizik bilimi somut ve duyular yoluyla inceleme yaparken metafizik soyut şeyler üzerine akıl yoluyla inceleme yapar. Metafizik alanında en geniş çapta incelemeyi Aristoteles yapmıştır ve metafiziği ilk felsefe olarak nitelemiştir fiziğe ise o vakitlerde bilim ile felsefe arasında bir ayrım yapılmadığı için ikinci felsefe demiştir. Metafizik varlığın çeşitli anlamları üzerine yoğunlaşırken, metafiziğin konusu varlık olup o varlığı varlık bakımından ele almaktadır. Var olmanın ve varlık olmanın ne demek olduğunu inceler. Metafizik tartışmaları da töz kavramı üzerinden yürütülür. Bu tartışmalara yazının ilerleyen kısımlarında geleceğiz. Metafizik duyularımızla algılayabildiğimiz tözlerin ötesinde olanla yani Tanrı'nın varlığı,ilk sebep,evrende bir amaç/gaye var mı gibi sorularla ilgilenir. Metafizik kendi içinde ikiye ayrılır. Bunlar, egzistans metafiziği ile süreç felsefesinin ortaya çıkacağı vakite kadar temelleri Antik Yunan'a kadar dayanan Klasik Töz Metafiziğidir. Bu metafizik 17.yüzyıldaki bilimsel devrime kadar olan tarihsel süreçte hüküm sürmüştür. Klasik Töz Metafiziği ile birazdan açıklayacağım Modern Töz Metafiziği de realist bir bakış açısına sahip olmak bakımından büyük bir ortaklığa sahiptirler. Bu realist bakış açısına göre dış gerçekliğin zihinden bağımsız bir şekilde var olduğu kabul edilir. ''Metafizik tüm değişmelerin ardında değişmeyen bir temel arayışını ifade eder'' ki bu da zaten töz'dür. Klasik Töz Metafiziğin'de ''en yüksekte olanın en gerçek olduğu'' kabülü vardır yani Platon'un ideaları,Aristoteles'in Hareket Etmeyen İlk Hareket Ettiricisi gibi hiyerarşik bir varlık anlayışı vardır. Modern Töz Metafiziğin'de ise bir tözler çokluğundan bahsedebiliriz. Varlığı sadece maddeden ya da ruhtan ibaret gören tek tözlü yaklaşımlar olduğu gibi Descartes'in yaptığı gibi varlığı hem madde hem de ruh/zihin gibi birbirine indirgenemeyen iki ayrı töz olarak ele alan bir yaklaşım da vardır. Sadece maddenin olduğunu söyleyen yaklaşım bileceğiniz üzere materyalizm iken sadece ruhun/zihinin olduğunu ileri süren yaklaşaım ise idealizm veya spiritüalizmdir. Materyalizm bütün var olanın maddenin yaşamın her şeyin fiziksel ve kimyasal süreçlerle açıklanabileceğini savunurken bunun karşısında olan idealizm ise gerçekte var olanın ide veya düşüncelerle bunların bulunduğu zihin olduğunu,görünenin ötesinde bir gerçeklik olduğunu ileri sürer. İdealizmin en ünlü ismi Berkeley'dir ve Berkeley modern bilimin insanı materyalizme yani ateizme sonrasında ise nihilizme sürüklemesi dolayısıyla her şeyin mübah olduğu görüşünün yaygınlık kazanıp Avrupa Uygarlığı için bir felaket oluşturmasından korkuyordu. Berkeley ''var olmak algılanmış olmak'' derdi ve bunu derken maddenin var oluşunu zihnin varoluşuna indirgerdi. İdealizmin bü türüne öznel idealizm denirken bireysel zihinlerin ötesinde evrensel bir akıl/zihin olduğu görüşüne ise nesnel idealizm denir. Nesnel idealizmin en büyük temsilcisi ise Hegel'dir ve bu evrensel zihine Geist adını verir. Şimdi ise kendisine büyük bir sempati duyduğum materyalizm ile idealizmi harmanlayıp ortaya düalizmi çıkartan Descartes'e gelelim. Bütün iradi eylemlerimizde görebiliriz ki öncelikle bir düşünce ya da niyet örneğin elimizi havaya kaldırma düşüncesi gelir sonrasında ise hareket meydana gelir. Düalizmi destekleyen bu örnek sıradan olmasına rağmen güçlü bir örnektir ve zihnin yaptırıcılığına, yaratıcılığına vurgu yapmaktadır. Yani düalizm zihni maddeden ayırmaktadır. Ama düalizmin şöyle büyük bir sıkıntısı vardır; nasıl olurda yer kaplamayan bir ruh/zihin yer kaplayan maddeye etki edebilmektedir bu aralarındaki ilişki nasıl olabilmektedir. Descartes bu etkileşimin beyinin arka kısmında bulunan kozalaksı bezde gerçekleştiğini söylüyor hatta insanları hayvanları kesip biçerek bu bez üzerine incelemeler yapıyor ve bu bezin hayvanlarda olmamasından onları birer makine olarak nitelendiriyor. Sorun şudur ki bu kozalaksı bez de bedenin bir parçasıdır yani maddedir ve hala bu etkileşimi açıklayamaz. Peki Kuran'a bakarsak durum nedir? Bizim maddeden bağımsız ruh gibi ayrı bir cevhere sahip olduğumuzu iddia etmek için hiçbir geçerli sebebimiz yoktur. Kuran'da ruhun ayrı bir cevher olduğu vurgulunmaz.''Ruh" kelimesinin geleneksel ve yaygın anlamı, Kur'an'daki anlamıyla pek uyuşmaz. Kur'an ayetlerini incelediğimizde "ruh"un vahiy/Tanrısal bilgi ve Tanrı tarafından insan cesedine üflediği "can", "bilinç" anlamlarına geldiğini görürüz. (15/29; 39/42) Tanrı, insan türüne bizzat kendi ruhundan üfleyerek, onu bilinç ve kişilik sahibi kıldı''. Peki öldükten sonra ahirette nasıl gideceğiz ve yaşadıklarımızı nasıl hatırlayacağız? Bu evreni yoktan, bu dünyada canlılığı o kadar düşük olasılıkları bir araya getirip neticesinde de insanı ortaya çıkaran Rab, ahirette de bizi tekrardan bu dünyayı hatırlamamız gerektiği oranda hatırlayacak bilinçte baştan yaratabilir. Yani bir müslüman olarak materyalist,idealist yada düalist mi olmalıyız üçleminde sıkışmamız gerekmiyor. Fizik ötesi değerlerin varlıkların olduğu gerçekliği kabul edildikten sonra ruhun olup olmaması çok büyük bir problem oluşturmamalıdır. Ama tabii ki fizik ötesi hiçbir varlığın olamayacağını ileri süren metafiziğin imkansız ve anlamsız olduğunu söyleyen 18. yüzyılda Hume tarafından ortaya atılıp 19. yüzyılda pozitivizmin kurucusu Comte ve Marksiz'min kurucuları,Marks ve Engels ve ikinci olarakta 20.yüzyılda neo-pozitivist düşünürler tarafından devam ettirilen eleştiriler vardır. Kant'ta metafiziği eleştirmiştir ama o imkansız olduğunu söylemiştir anlamsız olduğunu değil. Ona göre metafizik bilginin konusu değildir ama inancın konusu olabilir. İki tarafta eleştirilerinde bilimi temel almışlardır ve eleştirilerini aşkın metafiziğe yani duyu yoluyla algılanabilir olanların ötesinde kalan spekülatif bir metafiziğe yapmışlardır. Hume eleştirisinde metafiziğin konularının ne saf aklın ne de deneylerin konusu olabileceğinden yani bunlardan yola çıkılarak metafizik bilgilere ulaşılamayacağı için  metafiziğin imkansız olduğunu söylemiştir. Comte ise yazık garibim bütün eleştirisini katı ideolojik görüşüne göre yapmış ve metafiği din ya da teolojinin bir uzantısı olarak görmüştür. Bunun entelektüel ilerlemede bir evre olduğunu artık geride kaldığını ve bilimin egemen olacağını söylemiştir aynı zamanda ona göre bilgi deneyime dayandığı için var olmayan bir alana ait bilgiler yanılsamadan başka bir şey değildir. Mantıkçı pozitivistler da Comte gibi eleştirilerinde ideolojik bir tutum takınmakla birlikte onlarda diğerleri gibi metafiziğin önermelerinin doğrulanabilirlik ilkesinde değerlendirilemeyecek, matematik gibi totolojik önermeler olmadığı gibi gözlem yoluyla da elde edilemeyecek bir konumda olduğu için eleştirmişler ve anlamsız bulmuşlardır. Kant aşkın metafiziği numenler alanıyla ilgili soruları üçe ayırır. Bunlar rasyonel teoloji,rasyonel psikoloji ve rasyonel kozmolojidir. Yani sırasıyla Tanrı,ruh ve evrenin başı sonu,maddenin yapısı ile ilgili sorular bulunur. Kant bilginin akıl ve duyuların ortak çalışması olduğunu düşündüğü için ona göre metafizik alana geçildiğinde akıl ve deneyimin bilgi üretmedeki ortaklığı imkansız hale gelir. Ve burada akıl antinomilere düşer. Burada bir noktaya dikkat çekmek gerekiyor ki bu eleştiriler aşkın veya özel metafiziğedir yani genel ya da içkin metafizik için geçerli değildir. Bu eleştirilerde duyu ötesi varlığın olamayacağının söylenmesi onların gerçekte var olanın ne olduğunu söylemelerinde bir engel teşkil etmez ki zaten gerçekte var olanın madde olduğunu söylemektedirler. Bunlardan ziyade Heidegger ve Whitehead'da metafiziğe eleştiri getirmişlerdir ama Heidegger'in eleştirisi aşkın metafiizkten ziyade töz metafiziğine bir eleştiridir. Tözün ebedi ezeli ve kalıcı olmasını eleştirir. Whitehead'da töz metafiziğini eleştirmekle beraber düalist ontolojiyi de eleştirir. Eleştirilerin sonuna gelirken burada bu eleştirilerin bana göre ne kadar mantıksız ve ANLAMSIZ olduğuna değinmeden geçemeyeceğim. Metafizik bilimle değerlendirilemediği için değersiz olarak görülür ve reddedilir peki birçok bilimin sağlamasını yapmakta ve ilerlemesine büyük katkı sağlamakta olan matematik tamamen ideal olan sayılardan oluşmuştur yani metafizikseldir. Bilimde yapılan deneyler çokça tekrarlanma sonucunda kesin bir gerçeklik veriyor diye kabul edilebilir ama buradaki tümevarım bir inançtır. yani her deneyimizde 100 santigrat derecede kaynayan su 1 trilyon yıl sonra o derecede kaynamayabilir bunun aksini kimse iddia edemez. Güneşin her gün doğmakta olduğunu gördüğümüzden dolayı onun sonsuza kadar her sabah doğacağını ileri süremediğimiz gibi gözlemlerimiz de bize kesin doğrular veremez. Bilimin zaten evreni anlamak dış dünyanın varlığına inanmak gibi felsefi ön kabulleri varken neden kesin biligiler verdiğine inanıp onun dışında her şeyi reddedelim. Dış dünyanın olup olmadığı her şeyin bir rüya olup olmadığı da bir metafiziksel iddiadır. Bunların gerçek olduğunu söylemiyorum olabileceğini de düşünmüyorum ama bilimcilik karşısında her zaman bir sorun olarak duracaktır. Zaten bilimin kendisinin kesin bilgiyi ben veririm gibi bir ifadesi yoktur ve olamaz da çünkü bilim konuşamaz ama bilimi konuşturan insanlar bilim adamı sıfatıyla bilimcilik kalıbına bürünüp felsefi doktrinlerini bilim gibi ileri sürerek(günümüzde de bayağı yapılıyor) bilim dışında her şeyi anlamsız kabul ederler. Peki bu kesin ve güvenilir tek bilgi kaynağının bilim olduğu iddiası bilimsel bir iddia mıdır ? Hayır,bilim deney ve gözleme dayanır ve bütün bilginin ya da güvenilir kesin bilginin sadece deney ve gözleme dayanarak elde edileceği iddiası bilimin konusu değildir deney ve gözleme dayanmaz. Yani felsefi bir iddiadır. O zaman nedir bilimi kullanarak metafiziği tanrıyı dini imkansız görmek ve göstermek durumu ? Gerçekten bir akıl yürütmemidir yoksa katı ideoljik görüşlerinin esirleri olan insanların dayatmaları mıdır? Siz siz olun ideolojilere aklınızı esir etmeyin ve Laedri kalın. Neyse biraz fazla hararet yaptım galiba. Yazının sonlarına yaklaşırken süreç/oluş felsefesi ile egzistans felsefeye değineceğim. Süreç ya da oluş felsefesi durağan statik olan bir töz metafiziğine karşı çıkar. O, doğanın sürekli değişen olaylar dizisinden meydana geldiğini ve gerçekliğin temelinde tözün değil sürecin olduğunu ileri sürer. Süreç felsefesi ''insanların estetik,etik ve dini sezgilerine de hakkının verilmesi gerektiğini söyler''. Yani aşkın metafiziği bir dışlama içinde değildir. Süreç filozofları Modern Töz Metafiziğini eleştirirler. Süreç/oluş Metafiziği'nin en tanınmış isimlerinden (bu da şey gibi oldu ''sinema dünyasının tanınmış oyuncusu sikopus sabri gece kulübünden çıkarken kameralarımıza yakalandı :) biri Bergson'dur. Bergson' göre doğa bilimleri zekanın başarısıdır ve zekanın işlevindeki sınırı yansıtır. Ona göre bilimler varlığın tam ve yeterli açıklamasını hiçbir zaman veremez. Metafiziğin olması gerektiğini söyler ama bu Klasik Töz Metafiziği değildir. Çünkü bu da bilimlerle aynı yetersizliğe sahiptir. Onun yöntemi sürekli oluş,değişme ve gelişme olmasıdır bir de gerçekliği anlamadaki metodunu sezgi olarak belirler. 20.yüzyılda ortaya çıkan 3. metafizik anlayışı da Egzistan(varoluş) felsefesidir. Burada varlık tanımı varlıktan yola çıkarak değil direkt insandan yola çıkılarak yapılır. Bu anlayışa göre varlık sadece insan yani onu algılayan bir varlık olduğu sürece vardır. Heidegger insan varlığı için Dsaein terimini kullanır. Sabit ya da değişmez değildir. Egzistans felsefede en öne çıkan isimlerden biri de hatta belki en öne çıkan tek isim Sartre'dir. O insan dışındaki şeylerde vardır ama varlıklarından/var olduklarından habersizlerdir. Bunların var olduğunu bilenin insan olduğu için şeylerin ''insan için''var olduğunu söyler. Tam burada aklıma şu ayet geldi ;2:29- O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Tabii burada kullanılabilirliğe de bir vurgu olabilir. Sartre varlığı kendisi için varlık ve kendinde varlık olarak ikiye ayırır. Bir örnek verilirse, bir amaç için ortaya çıkarılmış bir tornavida varoluş olmadan önce bir kavram,fikir olarak vardı. Yani varoluş olmadan bir öz vardı. Burada öz varoluştan önce gelmetedir(cansız varlıklar için) ama bilinçli olan bir varlık için varoluş özden önce gelir. ''İnsan belli bir amaçla çizilmiş bir örneğe göre yapılmamıştır.İnsanın bir varoluşa sahip olması,onun ne değilse o olmasını,her ne ise o olmamasını ifade eder''. Peki tanrı tarafından yaratılmış olan insan olarak düşünürsek o zaman insan içinde öz varoluştan önce geliyor diyebilir miyiz? Bu yazının da sonuna gelmiş bulunmaktayız. Metafizik hakkında, ne olduğuyla , eleştirileriyle ilgili derinlemesine olmasa da çok da yüzeysel olmayan bir yazı olduğunu düşünüyorum. Bu yazılık bu kadar, din felsefesinde görüşmek üzere.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder