Pratik Paradigmadakiler


Kendi kapılarımın aralanması olarak gördüğüm bu ilk kelimeler bu denli bir girişin daha da girişi olduğundan onları özenle seçmem gerektiğinin farkındalığıyla neden
tam olarak bu durumu izah etmiyorum dedirtti bana ve şuanda tam olarak bunu yapıyorum.Aslında her seferinde bir şeye başlarken kendime bu soruyu sorduğumu
fark ettiğim anda da umarım en azından bunu eyleme döküşüm ilk defa oluyordur diye düşünmedim değil.Hayatta herhangi bir makale yazamıcam sanırım çünkü şu yazılarda fark etiğim şey başlangıcının kısır döngüsü içinde kaybolan nesnelliğim olmuştur.Şimdi daha da saçmalayıp var olan sıfır nesnelliği de kaybetmemek adına sebeb-i ziyaretimden bahsetmek istiyorum.Bu günler ve bu anlar Ahmet CEVİZCİ adlı kişiliğin içimdeki sese dönüşmesine izin vermeye başladığım ve haliyle kendisinin fikir ve bilgi havuzuna henüz ayağımı sokup çıkardığım günlerdir.Umuyorum ki bu şekilde devam eder.Kendisini henüz yeterince tanımadığımı ve fikrini bilmediğimi varsaydığımdan dolayı kendisi hakkında açıklamayı geleceğe bırakıyorum, yine umuyorum ki gelecekteki (!)farklı ben onu tanıma nezaketini zaman ayırarak gösterip bu konuda bir şeyler söyleyecebilecek birikimi ve özgüveni kendisinde bulmuştur.Bu noktada amacım öğretmen rolu yaparak öğrenciliğimi icra etmeye çalışmaktadır, çünkü inanıyorum ki ticaretin usulünde olduğu gibi halka açılan ürünlerin garantisinden ürün sahibi(!) emin olmalı , bu sayede kendimizi kandırıyor olduğumuz çemberin dışarısına çıkabiliriz.
Giriş yapmaya çalışırken fark etmiş olduğunuz gibi yazar hakkında bir şey söylememeye olabildiğince sakındım zira bu süreçte yaratacağım kötü izlenimin inşasından sonraya bıraktığım için değil fakat aksine kendimi bu değerli şahsiyet için söz söyleyebilme mevkisininin milyar kat altında gördüğüm içindir.Genelde yazarların kitaplarının önsözlerinin okuyucu tarafından okunulmadığı düşüncesi diye bir şey var mı halihazırda bilmiyorum.Sadece birkaç kitapta bu yakınmaya denk geldiğim dolayısıyla bu noktada ister istemez tümevarım yapasım geldiği için aklıma bu şekilde yer etmiş.Varsa da yoksa da ben , olduğunu varsaydığım için özellikle harika şeyler kaçırdığım yanılgısıyla her seferinde önsözleri okumaya çalışan bir salağım.Yazardaki kelimelerin yazarın kendisiyle ne alakası var diyerek kendimi avuttuğum da olmuştur,lan adam kaç sayfa şey yazmış götlük yapma oku işte diyerek okumamın gerekliliğini yerli yersiz temellendirmeye çalıştığımda..Ama her zaman okurum kısacası.Bu FELSEFE TARİHİ kitabının önsözünü okuyuşumda ama farklı bişeyler olduğunu hissediyordum.Ve yazarın özellikle Descartes çevirilerinden sonra "ne diyor bu amk oğlu yine" vari serzenişlerimizi bilen biri olduğunu sanıyorum ve okuyucu seni de anlıyorum dostum tavırlarından dolayı kendisi hakkında en ufak şey bilmediğim bu adama sempati duymaya başladım.Ne zamandan beri , işte on yirmi sayfadan beridir.İnsan olduğum ve mistisizm arzumdan dolayı da bu noktada Google'a bu adamın ismini yazmayı kendime yasaklamış durumdayım.Yarın lab dersi var git yat hadi diyip diyip kitapla bakışıyorum.Kendisine evcil hayvanımmış gibi davranmamın sebebi yeni doğan bir bebekten daha ağır olması mı yoksa altmış türk lirası vermem mi bilmiyorum.İçinde bulunduğum zihniyetin ve bağlamın çook ufak bir betimlemesinden sonra artık kendimi içerik ile hazır hissediyorum.Şimdi abi , kitabın ilk sayfalarında felsefi düşüncenin pratik bağlamda ortaya çıkan kıvılcımlarının ardından Yunan Mucizesine karşıt tez olarak sunulabilecek tezin temelleri atılıyor ve bu Yunan Mucizesi kavramıyla ilk defa karşılaşmış olsam bile içinde barındırdığı antipatik ögeleri ve ciddi problemi fark edebiliyorum.Bu noktada bu argümanlara ve sunulan tarihsel şemaya bakarak Yunan Mucizesi kavramıyla tanıştığım ilk anda kendimi onu reddediyorken buluyorum.Neden kitaba yirminci sayfasından daldım bilmiyorum demek ki içimde kalmış şu kavram.Herneyse.Ben aslında daha önce defalarca ismini duyduğumuz fakat bu başlık altında acaba kendilerini ne kadar iyi tanıyoruz diyebileceğimiz, felsefenin ilklerine imza atan kişilerden bahsetmek istiyorum biraz da.Giriş kısmında önce çıkan : Zerdüşt , Thales , Siddharth Gautama , Lao-Tzu gibi isimler sayılmış.İsimlerini ilk defa duymadığım bu arkadaşların giriş kısmında ön plana çıkartılmasını sonradan mantıklı bulacağım.Başka bir kitap vesilesiyle Buda'nın gerçek kimliğini tanımanın şerefine nail olduğum bu Siddharth Gautama'nın aslında ne kadar çok tartışmada iyi bir örnek olarak savunulabileceğini farkediyorum.Sekülarizm içinden gerçeği kavramak zor olsa gerek.Ve yazarımız burada "orta yol" kavramının altını çiziyor.Bu orta yol kavramını gördüğüm her yerde ilginç hissediyorum dostlarım.Orta yol kavramı gerçekten her yerde olduğu gibi burda da karşıma çıkması illallah falan dedirttmedi tabi ki de . Aksine kendisindeki hikmet arayışım henüz yeni başlıyor.Hindistan'da Buda Özellikle yer ve zaman kavramımının üzerinde durulmasındaki çizgiye dikkatimizi ben de çekerim.Kitabın konusunun gerektirdiği bir hareket olmasının yanı sıra aslında düşüncenin kültürünün ve coğrafyasının üzerine düşündürmeye çalışıyor içimizdeki ses.Bu yazının Buda hakkında bir yazı olmamasının yanında kendisini daha yakınen takımaya can attığım için umarım başka bir yazıda bir kaç şey sayfa karıştırıp beraberinde klavyeye basmayı çok isterim.Bu yazı sürecinde "FELSEFE TARİHİ" ne yönelik düşüncelerimi , "yazmak düşünmekten daha iyi bir düşünme şeklidir." kabzasıyla hizalandırmak istiyorum.Ve tabi "FELSEFE TARİHİ" kitabını whatsapp atar yapar modunda yazmamın sebebi de -istemsizlikle- 1400 sayfalık hacmi olmasına duyduğum saygımdandır.Her neyse konu yine dağılıyorken dostlarım kitabın içeriğine hemen geri dönmek istiyorum çünkü beni deli gibi heyecanlandırıyor.Ve evet Hindistan'da Buda idi , Çin'de de Konfüçyüs.Aslında bulunan dönemin içinde olduğu paradigma filozofun aşmak konusunda zorluk çektiği ve aşanların da zaten bu konuda ünlendiği gerçeğine yine bu noktada rastlıyorum.Yani hemen Konfüçyüs'dan bir kaç alıntı yaparak paradigmasını anlamaya çalışalım:

-"Alkışı en sessiz şekilde karşılayan, alkışı hak etmiş demektir. "    
-"Az konuşmaktan pek az, çok konuşmaktan sık sık pişman olunur."
-"İnsanlar sahip olduklarını küçümser, sahip olamadıklarını önemser."
-"Hiç kimse başarı merdivenini elleri cebinde tırmanmamıştır. "

Evet içlerinden şu başarı merdivenleri olayını Konfüçyüs'ün söylediğini görünce biraz şaşırdım.Çünkü ilkokulda okulun içindeki merdivenlerin oradaki duvarda bu yazı asılıydı.Aklıma her seferinde aynı espri gelirdi bi kaç defa farklı insanlara söylediğim de olmuştur ve tahmin edebileceğinizi varsayıyorum.İlkokul 2.sınıf halim için bile tahammül edilemez  ve belki şu soğuk espri furyasında kendine bir koltuk bulabilir ama her neyse boş verin konumuz o değil.Şimdi evet, bu abimizin içinde bulunduğu paradigmayı anlamak hiç de zor değil.Konfüçyüs'ün çocukken babasını kaybetmesini şuraya ekliyorum aklımızda bulunsun.Kendisi M.Ö 551 yılında yaşamış bir insan.Tarihler önemli çünkü zamanı okumaya çalışıyoruz bu noktada ki şimdiki zaman için bir anlam ifade etsin.Konfüçyüs'ün geçim sıkıntısı çektiğini de az önceki tuğlanın üzerine koyuyorum çünkü bunları bazı şeyleri temellendirmek demiyelim ama aksiyom tadında değerlendirebilmek adına ele alalım.Kendisinin hayatında birtakım meslekler icra etmiş şöyle ki ; bi ara adalet bakanı olması , derebeylik yapması falan filan.Asıl konumuza dönersek , kendisinin bu denli kendi kendini yetiştirebilmesini çocukluk döneminde babasını kaybetmesi olarak yorumlamak mümkün.Bu acı çekme muhabbetine şuanda girmek istemiyorum ama yine de başka bir yazıda uzun uzun çilekeşhanelerle , Descartes'in meditasyonlarıyla  gerekli okumayı yaparak konuys değinmek istiyorum o nedenle bu şekilde bırakmak en iyisi.Zira yine bu yazının içeriği Konfüçyüs'ün kendisini de kapsamamaktadır.Bundan ziyade mevzu bahis kitap bağlamında felsefesini yorumlamak istiyorum.Bu arada bu düşünce yazılarının Sokrates'in felsefesini güttüğünü yani hiçbir bok bilmediğimi ve dolayısıyla yazıları neyi bilmediğimi daha iyi farkedebilmek adına yazdığımı bilmenizi isterim.İnanıyorum ki bu motivasyon insana öğrenmek için çıldırmak ve bilgisizliğin doğurduğu bilgi arzusunu yaşatır ve insan yaşamınının hiçbir noktasında x ekseninde bilgisizlik y eksende bilgi bulunan bu grafik x=y olmaktan vazgeçmez.

Ve tabi bu yukarda eklediğim sözlerin ne kadarı Konfüçyüs'e ait kesin olarak bilinemez.O dönemde yazılı bir gelenek var mıydı emin değilim.Ama ne mutlu ki ona kendisinin olsun ya da olmasın iki türlü de kendisine atfedilen bu sözlerin gördüğüm kadarıyla hiçbiri kötü içerik ya da zırvalık içermemekte.Ve bu düşüncelerin tamamını pratik hayatın felsefesinde ele alabiliriz aslında.Etik felsefesi yapmıyor ama ahlaki öğretiler içermekte.Hatta Konfüçyüs'ün kendi öğrencilerinden birtanesi ona tanrılarla , manevi hayatla ilgili sorusuna "Hayat hakkında bilgi sahibi değilken,nasıl olup da ölümle ilgili bilgi sahibi olabiliriz?" diye cevap vermiş.Bu sözü kitaptan olduğu gibi alıntı yapmış bulunmaktayım bu arada.Felsefe yapabilmek için gerekli olan şeylerden bir tanesinin geçim sıkıntısı/derdi içinde olmamama olduğunu sayabiliriz.Çünkü felsefe yapan toplumlar özellikle bireylerin aslında geçim derdi falan yoktu.Konfüçyüs'ün bu öğretilerinin bağlamını de aslında onun hayatından anlamak mümkün diye düşünüyorum.Çünkü hayatının bir bölümünde geçim derdi yaşadığı bilinmekte ve türlü işler icra etmesinin açıklamasını da aslında bu noktayı temellendirmek için yaptım diyebilirim.Kendisinden pratik hayatın bilgisi adına öğrenebileceğimiz çok şey var aslında ama abi gidip de saçmalıklarla dolu Konfüçyanizm pozitif akımını uydurmanın bir anlamı yok.Alıntısını yaptığım şu sözlerden kişinin kendisinin metafiziği tamamen reddettiği atıfını yapmak hiç yerinde bir hareket değil ve dolayısıyla çok insanvari bir hamledir.Kolektif olmaya ve kendisine kahraman bulmaya çalışan insan türünün 7 sinde ne olduğunu tarihi okuyarak 70 inde de analizini tasdikleyerek yapabiliriz dostlarım.Sonuç olarak Konfüçyüs batıdaki gibi şeylerin özüyle ilgilenmedi.Yine orta yol öğretilerine rastladım tabi kendisinde dur bakalım yakında çıkar kokusu diyerek defterini kapadım.Bir de Zerdüşt var tabi hemen kısaca Google'a soralım ne diyor.Yine tarihimizi bilelim M.Ö. 600 yılları ve İran.Aslında bu arkadaşla karşılaştıktan sonra yazarın değinmek istediği konuyu anlayarak Antik Yunan'a kadar paradigmalarını değiştiren bir felsefe beklemiyordum ama bu arkadaşın "Kötülük Problemi" ni ele aldığını görünce şaşırdığımı itiraf etmeliyim.Tanrı kavramı da felsefesinde sıkça yeralmakta nitekim kendisi monoteizmin bir savunucusudur.Yahudilerden ve Mısır Tanrılarından etkilendiğini de şuraya şöylece ekliyorum.Yazarın 'Ahura Mazda' ve 'Vedalar' dan bahsettiğini görünce direk heyecanlandım çünkü yine bir şey bilmiyordum.Zerdüştlük dini bu noktada ön plana çıkıyor benim için çünkü o dönemde ve özellikle İran kültüründe çok tanrılı inançtan tek tanrılı inanca bir geçiş süreci.Geçmişte hepimiz salak olduğumuzu ulan geçen sene ne maldım ya falan diyerek düşündüğümüz olmuştur.Seneye de böyle diyeceğimi varsayarak şuanda salak olduğumu huzurlarınızda kendime itiraf ediyorum.Şimdi ne alaka lan tek tanrılı inanç falan diyeceksiniz.Şuanda yazı yazarken tefekkür ederek daha iyi anladım ki ulan bir dönemde bir düşünce birikiminin içinden farklı bir paradigmayla ve özellikle din gibi sağlam bir konuda yeni bir şeyle ortaya çıkmak ne kadar ilginçtir.İşte bu yüzden şu ana kadar bunun önemli olduğunu söyleyip aslında gerçek önemini kavrayamadığım için bir kez daha salak olduğumu fark ettim.Yani düşünün adamlar hep çok tanrılı inanıyor.Bu inanç kültürlerinde bulunmakta yani Türkiye'de herkesin ortalama müslüman olması kadar kültürün içinde bulunan bir öge.Buna güzel bir örnek veremememin aslında biricik sebebidir nasıl kültürümün içinde çıkamadığım gerçeği.Bunu adam örnek vermek için de yapmıyor da zaten.Gerçekten çok ilginç ama olayın bizatihi kendisi çığır yaratan bir olay olduğu için kendisinin üzerinde durmadım fakat iyi bir noktayı kavramak üzerindeki etkisine değinmek için kullandım.Çığır yaratan bir olay da olabilir belki bilmiyorum , önemli de değil şu noktada sonuç olarak bu arkadaşın benliğini ben yapan o kavram , kültür ve zihnindeki tanrı algısının birikmişliği bir kenara tanrıyı bir olarak tanımlaması belki de kültürümüzün etkisinde ne kadar bulunduğumuzdan ziyade fıtratımızda bulunan bu tek tanrı algısından dolayı olabilir.Tıpkı Descartes'in Tanrının varlığını , mükemmel olan var olmak özelliğinin mükemmel bir Tanrının zaten doğasında bulunması gerektiğini , ona ait olduğunu ve dolayısıyla Tanrı vardır diye pekiştirmesiyle biz de mükemmel olan Tanrı algısını sadece mükemmel olan tek lik özelliğiyle bağdaştırabiliriz.Ve az önce de bahsettiğim gibi bunların hepsi beni ben yaptığına inandığımız kültüre karşı gelebilen , içimizde çığlık atan bu yaradılış gereği hareketin sonucu olabilir.Zerdüşt için öyleymiş en azından..Zerdüştlük dininde inanılan Tanrı Ahura Mazda iyiliğin simgesi ve dolasıyısı ile bir kötü de var ,  bu da kardeşi Ehrimen oluyor.Bu durumu Kadim Çin öğretilerinde bahsedilen ying yang kavramına benzetmemek elde değil.Aslında paradigmasına bu kavramları oturtan Zerdüşt için "kötülük problemi" şu saatten sonra kaçınılmaz olurdu sanırım.Ying yang hakkında pek bir şey bilmediğimi varsayarsam şekilde anladığım olay iyinin içindeki kötülük ve kötünün içindeki iyiliğin uyumu ve denge aklımda beliriyor.Yine bir orta yol ile karşı karşıyayız.Kötünün ve iyinin bu dinde abi kardeş rolünü oynaması gerçekten ilgi çekici.Günümüzde hala Zerdüştlük dinine inanan 250.000 kişi varmış.Valla moba oyun yapıp boss'un ismine Ahura Mazda koymak isterim bir gün.Bu kadar övdükten sonra kendisi biraz da Vedalardan bahsetmek istiyorum.Çünkü merak ediyorum abi bu arkadaşın fıtratından mı gelmiş bu tek tanrıcılık arzusu yoksa belirgin bir düşünceden çok mu etkilenmiş.Vedalar da antik Hindistan'daki kadim yazmalar imiş.Bu dönemde bir şeyler yazıyorsanız zaten hiç dert etmeyin 21.yüzyılda mis gibi kadim diyoruz biz onlara.Ne ara bu kadar alaycı üsluba geçiş yaptığımı bilmemekle bu noktada bu saçmalığı da sonlandırıyorum.Hinduizm dinine mensup arkadaşlar bu Vedalar'ın ezeli, yazarı olmayan , insanüstü ve açığa çıkmış bilgi olduklarını düşüyorlarmış."Önce ne varlık vardı ne de yokluk, ne hava vardı ne de ötedeki gökyüzü, neydi onu saran?"" gibi ifadelere rastladım bu öğretilerde.Aslında birçok kavme din geldiğini hatırlarsak gerçekten düşündürücü ifadeler.Tefekkür yoluyla ya da tanrı tarafından müdahale yoluyla olmak şeklinde altını çizebileceğimiz bu büyük soruların aynı zamanda tamamen alakasız olabileceği gerçeğini unutmamak da lazım.Tıpkı her şey de olduğu gibi..
Bu noktada planladığım şekilde yazının içeriğinin Thales ve Yunan Mucizesine değinmeden hemen önce aynı dönemlerde karşımıza çıkan filozofları değerlendirmek , onları daha yakından tanımak istedim.Yazarı bu konuda benimseyerek yazının başlarında kendisine bu konuda katıldığımı belirtmiştim ve farklı kaynaklar üzerinden de inceleyerek aslında benimsemiş olduğum bu düşünceyi kendime inandırmaya çalıştım.

Lâedrî

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder