Thales ve İlk Çağ Felsefesi Üzerine

Merhaba dünya.

7 bilge.İnsanin rasyonellikte aradığı mistisizm de çok ilginçtir.Baba,anne,savaşçı,bakire,yaşlı bilge,demirci,yabancı ve iphone 7.Yedi sayısıyla ilgili bir ton zırvalık bulabilirsiniz internette, tabi dünyanın etrafında 7 tane gezegen vardır ibaresine rastlarsanız da boş verin 7'nin modası geçti zaten.Sayılara olan merak ortada nitekim Google'a istediğiniz sayıyı yazarak da insanların her sayıya bu denli atıflar yapıldığını görebilirsiniz.Her neyse işte Thales abimizin 7 bilgeden 1 tanesi olduğunu söyleyerek yazıya başlıcaktım ki bu ilgiyi eleştirmeden edemedim.

"Thales of Miletus"

"Aydınlı Thales" in kişisel hayatına dair çok fazla bilgi olmasa da yine de Diogenes Laertius tarafından yazılmış “Lives and Opinions of Eminent Philosophers” kaynağına  göre 78 yaşında öldüğüne göre 626-623 arasında doğup 548-545 arasında öldüğüne dair bir çıkarım yapılmakta.Düşünceleri ve onların evrimini daha iyi okumak adına kendisinin kişisel hayatıyla ilgili dikkat çekmeyi istediğim tek yer burasıydı aslında.Ve özellikle kendisiyle ilgili bir okuma yapıyor iseniz , Aristo'nun Thales hakkında verdiği "eğer isterlerse filozoflar çok kolay zengin olabilirler" göndermesini bünyesinde barındıran örneğiyle sık sık karşılaşabilirsiniz.Sosyopolitik anlamda doğru yapılanmayı , bireysel gelişimi ve özellikle o yazıya da ismini verdiğim gibi "pratik" anlamdaki (!)"felsefeyi" yapan Konfüçyüs ya da "bireyin inşa etmesi gereken moral düzen" ile meşgul olan Buda gibilerinin yanısıra Thales salt doğal gerçeklikle , gerçekliğin doğasıyla ilgilendi.Aslında bu farklılığa özellikle dikkat çekiyor oluşum felsefenin gerçek kimliğini kazanması sebebiyledir.Düşüncenin üretimindeki her atış insanlık için bir sayıdır fakat Konfüçyüs , Buda , Lao-Tzu bir kümede , birtakım önkabuller dahilinde çoğunlukla pratik üzerinde düşünce üretmiş ve felsefe yapmaktan ziyade birtakım öğretiler sunmuşlardır.Küçümseyici tavrımı ontolojinin mükemmelliğine veriyorum.Varoluş adına sorulan büyük soruların , aslında çoğu insanın bile varolmalarının üzerine düşünme yaptıklarını göz önüne alırsak "ilkler" niteliğinde olmaları hiç de mantıksız değildir.Var olmanın garipliği , seküler bir insana bile bu garipliği hissettirebilecek derecede gariptir.Kendisi üzerine herhangi bir soru sormadan bile gelişigüzel düşünmeye bırakınca insan kendini, sanki bir noktada sınırlarını keşfedercesine yenilgiye kapılır."Varız lan" dersin bir gün arkadaşına durup dururken.Ya da gün içerisinde birkaç defa kendi kendine.Yine de Thales bunu sistematize etmesi gerektiğinin farkındaydı.O noktada aslında varlığını pekala dayandırabileceği birtakım mitopoetik unsurlar bulunmaktaydı.Tokluğuna geldiğinden olacak ya sırf düşünmek için düşünmeye başlayacak bu adam.

Tarihsel şemasına flashback öncesi, kısaca alakasız bir kaç şeye sövmek istiyorum.Şöyle ki ; bahsetmekte olmayacağım "Yunan Mucizesi" savunucularının aslında yakınen tanıdığımız toplum ile aidiyet arzusunu giderme işini halleden, kolektivist  ve vasıfsız zihniyetlerden bir farkı yoktu.Aslında konu açısından kimseye giren çıkan olmayışıyla çok önemli görmediğim bir konu fakat bu tanımlamış olduğum kişilerin arasındaki benzerliğe dikkat çekmek adına burasının altını çizmek istedim.İnsan davranışlarının karakteristik özellikler bakımından farklı bağlamlarda da olsa çok çeşitlenmediğini rastlamaktayız bu örnekte.Yine de bu yazıda ve öncesinde bahsetmiş olduğum düşünürler göz önüne alındığında felsefenin en az 4 farklı coğrafyadan karşımıza geldiğini görebiliriz.Nitekim yazılı gelenek bir yana , bu dönem ve öncesinde uçan nice sözlerin olduğuna inanmaktayım.Tabi onların varlığını varsayıp , kendilerinden bihaber olmak bu konuda üzüntü vermiyor ama inanıyorum ki olsalar idi iyi ki varmış demeye nail olurduk.Ama ne yazık ki yazılı bir kültürden söz edilememekte o dönemde ve Yunan felsefesinin ön plana çıkması da Atinalıların ve Platon'un sayesinde olmuştur.Birilerinin birilerini etkilediği aşikar olmakla birlikte Yunan Felsefesi, Aristoteles'e dolayısıyla Platon'a ve yine dolayısıyla en başında Sokrates'e çok şey borçlu.Pratik paradigmadakilerin ahlak öğretileri gayet yerindedir fakat şeylerin kabullenilmişliğinin saçma olmasını değiştirmez ki bunu da Miletoslular theoriaya yükseliş ile yıkacaklardır.Nitekim artık var olan şeylerin var olmalarına dair üretilen düşünceler sayesinde fenomenler daha iyi kavranılacaktır.Konfüçyüs'a bir filozoftan ziyade ahlak vaizi olarak bakılması,Hintlilerin ve Taoculuğun düşüncelerinde dinle temaslarını hiç koparmamalarından müstakil karakter kazanamamaları , felsefenin bu gerçek kimliği ile kaçınılmazdır.Theoriadan anlaşılacağı üzere Antik felsefe bilmek arzusu , Mısırlıların Nil Nehri'nin taşma zamanını hesaplamak istedikleri için bilmek istemelerindeki nedenden farklıydı ve sonra hemen karınlarını doyurup düşünce ürettiler.

İlkçağ felsefesi MÖ 6.yüzyılda başlayarak Atina okulunun kapatılmasıyla 529 yılında son bulur.Helenik dönemin Presokratik felsefesinde Thales de diğer Miletoslu filozoflar gibi , varoluşu anlamayı bütün olarak ele alıp her şeyin "bir" den olduğu önkoşuluyla önce basiti anlamaya çalışmıştır ve dış dünyayı getiren çokluğun gerisindeki birliği de dünyada aradığından olacak , bütünüyle materyalist grubun içindedir."Nothing comes from nothing"(Nihil ex nihilo fit).Kelamın kozmolojik argümanıyla burada olup bitenleri çözebilirsiniz fakat bu çeviriye yüklenen anlam böyle midir bilesem de , cümleden 2 sonuç çıkarabiliyorum.Hiçlikten hiç bir şey çıkmaz ise var olan şeylerin ya hep var olması lazımdır ya da bir şeyden bir şey çıkması gereklidir.Bu argüman her ne kadar materyalizm içinde vuku bulsa da , ne tanrının hep var oluşuyla ile çelişir ne de evrenin sonradan varoluşuyla.Eğer evrenin sonradan var olan bir şey olarak nitelendirmiyor , hep var olarak görüyor isen bir şeylerin ezeli olması senin için problematik değildir dolayısıyla yine aynı argümanla tanrının varlığına inanmandan farksızdır var olan evrenine inanman.Değişim probleminin bir formu üzerine aslında Thales de durmuştur.Aslında "neyin gerçekten var olduğu" sorusuna bu düzlemde yaklaşmıştır diyebiliriz.Değişim problemi üzerine durmayı hedeflediğim bir yazıda da kesinlikle kullanacağım şu "logos" ifadesini buraya da bırakmak istiyorum:

"Tüm değişmeler , değişmeyen bir yasaya göre gerçekleşir"

Thales , sürekli değişim halindeki fenomenlerin gerçek olamayacağı sonucuna varmıştı.Değişen şeylerin nasıl değiştiği gerçeğini , aslında bu noktada kendisi gerçek fenomen olarak tanımlardı.Yine de her şeyin değişmemesi , bir şeyleri değişmek üzerine kurmanın sakıncalı olduğunu göstermekte.Ona göre aslında insan da , şeylerin varlığa gelmeleri ardından yok olmaları olgusunda olduğu gibi ele alınırsa , gerçek olarak değerlendirilemez.Ama insan her şeyden önce kendi varlığının gerçekliğinden söz edebilir.Şu haliyle bile göze çarpan kurduğu kötürüm paradigmasının kaynağını, özellikle evrenin bir ögesinin beslemesi çok problematik ve evrenin bu ögesi de Thales'in kalıcı ve sürekli gerçekliğine öne sürdüğü "su"dur.Nihayetinde arkasından gelecek olan Anaksimandros , Thales'in kurduğu bağlamda suyun hem nicelik hem nitelik bakımından evren için yetersiz olduğunu düşünecektir.Hatta özellikle Anaksimandros'un evrim kuramını geliştirmesi gerçekten ilgi çekici ama konu babında kendisi de evren için nitelik bakımından belirsiz nicelik bakımından sınırsız soyut olan aperion ilk maddesini tanımlayacaktır.İyonya okulunun bir diğer filofozu da Anaksimenes spekülasyonlardan ziyade biraz da bilimsel açıdan ele alıp "hava" maddesiyle karşımıza çıkıyor.Zaten bu dönemde arkhe problemi üzerinden ontoloji ele alındığından çıkan sonuçlar bu çerçevede tutarlıdır.Ezeli bir evren anlayışı için birlikten çokluğa dönüş düşüncesini yine saçma bulmaktayım.Düşünmüş oldukları evren sistemindeki değişimler onları sürekli bir alış-verişin olduğu düşüncesine mi ittiğinden acaba bu alış-verişin sonucu olarak görmüşlerdir birliği? Çünkü bing-bang sürecinde oluşmayan -bu durumda zaten oluş süreci geçirmeyen- bir evrenden bahsediyoruz.Yoktan var olmasını dışlayıp ezeli olarak ele aldığımız evrenin , belli bir zaman döneminde oluşum anlamında bir farklılaşma sürecinde olduğu savunulursa bu sefer değişmediğini iddia ettikleri birtakım unsurları da değişenler grubuna almaları gerekir.Çünkü eğer bu zaman diliminde oluşum-farklılaşma sürecinde değil isek , mevzu bahis önceki zaman dilimden farklı bir şeyler olduğundan söz edilmelidir.Bu da değişim grubundaki unsurlar arasında bir geçişi gerektirdiğinden mümkün olmayacaktır.Yani kısacası böyle bir sürecin mümkün olabileceği varsayılsa bile ezeli evrende , zaman dilimi anlamsız olacağından "peki şuanda neden böyle bir süreç geçirmiyoruz?" sorusu cevapsız kalacaktır.Fakat bunların aksine ola ki evrendeki birlikten-çokluğa geçişi teizm paradigmasında ve big-bang ışığında açıklamaya kalksak daha tutarlı olurdu.Çünkü genişleyen evren modelinde birlikte-çokluğa geçiş temel bulabilir.Yine de bu ontolojik görüşleri günümüz görüşlerinin argümanlarıyla karşılaştırmak bir o kadar da anlamsızdır.Zira 21.yüzyılda evrenin genişlediğine dair gözlemlenen kozmolojik fosiller ile big-bang teorisi bağlamında materyalistik görüşler kimse tarafından iplenmemektedir.Yine de bu sunulan cevaplardan çok daha önemlisi kişilerin karşımıza getirdiği sorular ve soruların doğurmuş olduğu diğer sorular.Umarım bu son paragrafda Sartre gibi kafanızı ütülememişimdir.Ama boşverin beni , sorular daha önemli.Üzerine tefekkür etmemiz gereken bu denli sorular her zaman cevaplardan daha önemli olacaktır.

Kalın sağlıcakla.

Lâedrî

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder