Birey ve Toplum


Hayattaki gerçek amacımızdan ziyade, topluluk halinde yaşamamızın sonuçları olan konularla pek fazla ilgilenen birisi olmadığımdan bilgisiz yorum yapacak cesarete sahip olamamışımdır onlar hakkında.Siyaset de çoğu zaman bu konulardan birisi oldu benim için. Siyaseti, aslında varoluş amacımızdan dışlamak ve seküler bir konu olarak ele almak istemiyorum. Ama yaşadığımız dünyanın içerisinde üzerine spekülasyonlar yapılan, ve onu düşünmekten ya da tartışmaktan pek yarar sağlayamadığımız bir konu olduğu için, yine anlamlaştırmak istemiyorum kendisini. Fakat ne denli olursa olsun, kendisinin, toplumu ve dolayısıyla bireyi etkileyen bir fenomen olduğu aşikar.Bu sebepten, varoluş amacının pratikteki etkisi konusunda bireyi etkilediği malumdur. İnsanın yaradılışı üzerine bakacak olursak da topluluklar kurmanın kaçınılmaz gerçeğini görmekteyiz.Yani birbirlerinden farklı zamanlarda ya da farklı mekanlarda bireylerin sürekli birlikte yaşama çabaları, sürekli toplumda bile cereyan eden birlikteliklerden anladığım kadarıyla, bu arzu fıtratımızda yer alıyor olmalı.Fakat arzudan bile önce, bu arzumu tatmin etmediğim ve bireysel olarak yaşamaya çalıştığım bir hayatta başarılı olamayacağım açıktır. Gerçi bir başarı kriterinin olmayışı hoş olabilir ama yine de insanın insana ihtiyacı vardır.En önemlisi de bir ikinci birey olmadan, teizm paradigmasında hayatın anlamı yoktur. Bu gerçekleri kabullendikten sonra topluluklar ve bireylerin neticesinde siyasetin düşünülmeye değer olduğu kanısındayım.

Yazıda Sokrates'in düşüncelerine atıflar yaparak kendimce bir yol çizmeye çalışacağım, her zaman yaptığım gibi.Yine de düşüncelerde benimsediğim şeylerin olması onları tam anlamıyla kabul ettiğim için değil fakat daha çok tutarlı gördüğüm için olmaktadır.Bu noktada tekerleği yeniden icat etmekten kaçınıp halihazırdaki tekerleği kullanarak serüvene devam etmek amacındayım.Her neyse.Sokrates siyaset felsesinin kurucusu olarak kabul edilmektedir.Düşüncesine dair biraz okuma yaptığım zaman kendime daha önce sormuş olmam gereken birkaç soruyla yüz yüze geldim.Devlet tanımım ne? Devletten ne bekliyorum? Devlet ve benim aramdaki münasebet neye dayanmalı?  Bu sorulara yozlaşan topluluk algımdan yola çıkarak cevap veremeyebilirim.Kendimi çok daha az nüfuslu, fakat kalabalık bir kabilede hayata gelmiş bir insan olarak hayal ediyorum. Resmi bir yönetici olmadığını varsayıyorum ama eminim ki bu konumun ihtiyacının doğal hali olarak bir yaşlı tarafından dolduruluyordur. Zaten o yaşlı bana söylemese bile topluluk olgusunu, çevremden algılıyorum. Bu pazarlığın nasıl döndüğünü anlamaya başlıyorum. Örneğin erkekler ava gidiyor, "biz" e yemek getiriyorlar. Kadınlar çocuklara bakıyorlar. Bu temeller dışında bu birliktelikten hepimizin aldığı bir şeyler var, ancak bu birlikteliğe bir şeyler katmak şartıyla. Toplum ve birey pazarlığı en ilkel haliyle bana bunu söylüyor. Peki bu pazarlık ne denli mantıklı? Hayatta kalmak için bir aileye kesinlikle ihtiyacım var, fakat hayatımı devam ettirebilmek için daha büyük bir "aile"'ye ihtiyacım var mı? Hayatta kalmak en temel arzum, fakat sadece bunun için mi yaşıyorum? Çünkü belli bir yaştan sonra bu toplumdan ayrılıp yeteneklerim ile hayatta kalabileceğimi varsayıyorum. Toplumdan ayrıldığım zaman pazarlığım kendimle olmaya başlıyor. Her konuda yetenekli olmadığım için bazen kendimden birşeyler alıyorum fakat kendime bir şeyler veremiyorum. Üstelik yetenekli olduğum konuda daha çok efor sarfedip, daha azını kendime kazandırıyorum. Artık paylaşmıyorum ama özellikle yeteneğimde yozlaştıkça ve yaşlandıkça kendimle olan bu pazarlık daha da zararlı hale gelmeye başlıyor. Etiğe de dayandırarak aslında aile toplumundaki pazarlığın uyarlaması olarak görmek mümkün devleti. Birey olarak yaşamanın getirdiği sonuçları teorikteki toplum pazarlığı ile karşılaştırırken işler bir nebze daha kolay. Pratikte söz konusu bireyler insanlar oldukları için, "böylesine bir sözleşmede, neden birileri bu pazarlıktaki kar payını arttırmak istemesin ki?" sorusuyla karşılaşırız. Bu durum da, sözleşmenin yönetilmesini doğal kılmıştır. Yönetim ve pazarlık anlayışı gayet düzgündür, fakat yönetici düzgün müdür? En yaşlımız mı? Çoğunluğun seçtiği mi? İnsan varlığının fıtratı göz önüne alındığında bu "yönetici" olayının ne kadar problematik olduğu açıktır. Taraflı çıkarların ortak amacına yönelik bu pazarlığın icrası için bir hakem şarttır. İşte Bu hakem için günümüzde öngörülen demokrasi kavramını yermektedir Sokrates. Nitekim çok tutarlı bulmaktayım. Kendisi devlet yönetme işini bir sanat olarak değerlendiriyor. Ve tıpkı bir bina yapmak için neden bir aşçıya değil de bir mimara ihtiyacım varsa ve neden bu binanın yapımında aşçının fikrini almam saçmaysa, işte o yüzden bina yapmak gibi bir çok şeyden çok daha önemli olan devlet yönetmek işini yaparken neden bir aşçının ya da bir mimarın görüşünü alayım diyor kısaca Sokrates. Demokrasiyi eleştirmektedir ve yönetimdeki yönteminde anayasal monarşiye işaret etmektedir. Devlet yönetimi sanatında gerçek bir bilgi sahibi olan bir uzman ile bu sanat icra edilecektir diyor. Teorikte tutarlı, hatta muntazam olduğunu düşünmekteyim bu fikrin. Çünkü toplumun birlikteliğinin devamı için nasıl ben ava gidiyorsam, sen de bizi yöneteceksin. Nasıl seni ava götürmüyorsam ya da ava kimi götürmem gerektiğini avdan anlamayan birisi olan sana sormuyorsam, sende bu konuda bana danışmayacaksın. Dediğim gibi pratikte kafamda canlanabilen şeyler buna kıyasla çok az.Fakat inanıyorum ki, bu bahsedilen şeylerin teorikten ileri gidememesindeki sebep birey-toplum ilişkisindeki bireyin getirebileceği sorunlardır. Devletin aslında düzgün devamlılığı için yapmakta yükümlü olduğu şey bireylerin karakterinin inşası, bireylerin yetiştirilmesidir. Ancak karakter geliştirememiş devletin düzgün olmasa da yine de devamlılığı için yetiştirilmemiş bireyler bir sorun teşkil etmez, dolayısıyla "yetiştirmek" olayı da bu devlet için bir şey ifade etmez. Sonuç olarak kimimiz için karlı, kimimiz için zararlı bir pazarlıkla karşı karşıya oluruz. Bu da yeteneksizlerin yetenekli olanları sömürmesi ile vuku bulur aslında. "Birey" bu yüzden her şeyi ifade etmekdedir. Yazının devamında yine Sokrates'in bireyi ele alışından devam etmek istiyorum.

Dualist bir bakış açısında sahip olan Sokrates, Atinalıların ruhuna gerekli özeni göstermediklerini düşünür. Maddenin, bedenin insanı götüreceği hazların yanılgı olduğuna dikkat çeker. İlkeli yaşamak adına , insanın sorgulamak yoluyla keşfedebileceği bir moral hakikat bulunduğunu ve insanın kendisine mal etmesi gereken bu moral hakikate göre yaşamasının gerekliliğini savunur. Kendisinin "sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değer olmayan bir hayattır" sözünü de bu bağlamda anlamak mümkündür. İnsanın bu noktada günümüz dünyasının yanılgılarından kurtulabilmek adına Sokrates'in dediği "sorgulamak" olayını gerçekleştirmesi gereklidir. Bu "sorgulamak" sürecinde olmayan bir insanın eylemlerinde etkili olan şey, o halde bir başka insandır ya da bu insanların uydurmuş olabileceği başka referanslardır ya da bu insanlardan oluşan devlettir. Şu dünyada var olduğumdan beri olan biten her şeyi bana gayet normal ve alışılmış gibi yutturmaya çalışan bir başkasıdır belki ve en nihayetinde ister ki eylemlerim çıkarına hizmet etsin ya da hiçbir şeye hizmet etmesin ki günün birinde çıkarına ters düşebilecek bir hareketin içinde olmayayım. Bir doğu ülkesinin bireyi olarak komplo teorilerine düşkün olsam da sonuç benim için değişmemeli. Eylemlerimde gerçekleri referans almalıyım. Sokrates bu konuda yöntem anlayışı olarak da "bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir" anlayışını geliştirmiştir. Ancak insan durumunu bu denli kavrayabilirse bu konuda gereken çabayı gösterebilecektir.


Kendisinin bireyler üzerinde "farkındalık" yaratmaya dair çabası çoğu kez gözler önündedir. Bu farkındalığın bilincinde olan ve dolayısıyla eylemlerinde buna göre ilke edinen "birey"lerin sonucunda ve onlar için ancak düzgün inşa edilmiş bir devlet vardır. Fakat iyiyi ve kötüyü içinde barındıran insanın, oluşturduğu, tarihin belli bir döneminde yozlaşan topluluk anlayışından dolayı, bu devleti düzgün inşa etme süreci, olduğundan daha zor bir hal almıştır. Sokrates'in bu çabası ve ardından ölümü Platon'u etkileyecektir. Kendisinin kurduğu sistem üzerine bir sonraki yazıda değiniyor olacağım. O zamana dek, kendinize iyi bakın.    

Lâedrî

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder