İnsan Üzerine, Sokrates ve Ölüm

Merhaba Dünya, Dünyalılar.

Bıraktığımız haliyle ontoloji, çelişkiler batağında idi.Atinalılar yorgun düştüler ve artık felsefeden çıkar gözetir oldular.Talepten olacak ya, bir düşünür istihdamı söz konusu oluyor ve "her isteyene para karşılığında 'bilgelik'" satan sofistler tarih sahnesine çıkıyorlar.Kendileri için sofist kelimesini seçmişlerdir ki kelimenin kökü Yunanca'da sophistēs, (wise-ist, one who does wisdom),bilgelik yapan kimse anlamına gelmektedir.Gezgin bilginlerdir, bilginin tüccarlarıdırlar.Bilgiye karşı davranış biçimleri sonradan eleştiriye maruz kalacaktır nitekim.Sofistlere değinmeden önce, düşünce paradigmasındaki değişikliğin de değiştirdiği şeyler olmuştur.Örneğin insan üzerine düşüncelerin pratikte etkileyeceği şeyler olması, felsefeden beklenti oluşturmuştur.En azından, felsefe adına kültür oluşturmaya başlamış, fakat refah seviyesi eskisi kadar yüksek olmayan bir Atina için, bilgiyi sırf bilgi olduğu için değil, fakat bazen işe yarayabileceği için de sevmek icap etmiştir.Özellikle bu beklenti, politika ve yönetim sanatıyla bir zümreyi ve onun iktidardaki yerini güçlendirmeyi karşılamak üzerinedir.Ve evet gerçekten de öyledir, insan üzerine felsefenin pratikte özel bir karşılığı vardır, olmalıdır da.Ontolojinin garip olmasının çekiciliği bir yana, insanı çekici kılan kendisinin garipliklerinin yine kendisinin derinlikliklerinde gizli olduğu gerçeğidir. 

(51-21) "Ve kendi nefslerinizde de (âyetler) vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?"

İnsan üzerine her başlık, bu görmemiz gereken fıtrat gerçekliklerine dair düşünmeyi gerekli kılmaktadır.Daha önce de dediğim gibi bir fikrin inşası için birkaç sayfayı çevirmek zorundayız.Bu sebepten, çok önemli görmediğim fakat insan üzerine felsefede ilkler niteliğini taşıyan sofistlere de bu analizde yer vermek istedim.İnsanın topluluk halinde yaşamasının gerekliliğini öne süren sofistler, bu topluluğun yönetimine ve insanın toplumsal çevreyle ilişkisine dair öğretiler sunmuşlardır.Yani milletvekili olmak isteyenlere para karşılığında retorik öğretmişler, kişisel gelişimlerini gözetenlere de erdem satmışlardır.Acaba tüm Atina'yla dalga mı geçiyorlardı diye düşünmeden edemiyor insan.Fakat değilse eğer, bilgelik iddia ederek eğitimcilik yapmaya çalışan bu arkadaşların, Sokrates'i kızdırmış olabileceklerini düşünüyorum.Bu arkadaşlar demişken, önemli temsilcileri arasında Gorgias, Prodikos ve müstakil kimlik kazanan, "insan her şeyin ölçüsüdür" sözünün sahibi Protagoras bulunmaktadır.Bu önerme ile ortak bir tavırla rölativizmin savunucusu olmuşlardır sofistler.Hatta Ampirisizmi yani deneyimlemeyi bilginin kaynağı olarak ele aldıklarından dolayı dış dünyanın gerçekliğini sadece insanın deneyimine bağlayıp bağlamadıkları konusundaki düşünceleri bir anlamda belirsizdi benim için.Varlık üzerine düşünce üretmek için düşünce üretmediklerini varsaydığımdan bu konuda net bir çizgi aramıyorum kendilerinde zaten.Fakat Protagoras "var olan şeyleri" algılama konusunda oluşabilecek farklılıkları öznedeki farklılıklara bağlamakta.O halde dış dünyanın varlığını gerçek olarak kabul ettikleri çıkarılabilir, yine de dış dünyanın anlam bulmasını insanın onu deneyimlemesi ile mümkün olacağını savunmaları, bu gerçekliği başlı başına gerçeklik olarak nitelendirmediklerini gösteriyor.Çünkü elde edilen bilgiyi de göreli yapmaları, tek bir gerçeğin olmadığına inandıklarını gösterir.Hatta Sofistler, varlık üzerine felsefede düşünce üreten Pisagorcuların, Miletosluların ya da Elealıların birbirinden farklı düşünmelerinin sebebini de, varlığı; benliklerinde birbirlerinden farklı görmüş olmaları olarak öne sürerler.İnançları kısacası doğayı insan penceresinden ele almak olmuştur.Hatta bu doğa-insan tartışması özellikle ünlü doğa-uzlaşım(phusis-nomos) karşıtlığı olarak tezahür etmiştir.Ve tabi büyük ölçüde nomos'un savunuculuğunu yapmışlardır.Konvansiyonalizmlerinde yani uzlaşımcılıklarında; tanrıların gerçeklikte mi oldukları yoksa nomos yoluyla mı var oldukları konusunda nomosu yani tanrıların toplumsal sözleşme olarak toplumlar tarafından var edildiklerini iddia etmişlerdir.Ve tabi bunun yanısıra, politik ya da hukuksal konularda da nomosun varlığını öne sürmüşlerdir.Aslında göreliliği de savunduklarını baz alarak, evrensel ya da mutlak olan şeylere karşı çıkmalarının, bu noktada kendi içinde tutarlı olduğunu görmek mümkündür.Hatta, Septisizmlerinde genel geçer bilgiyi reddederken eleştirel bir tavır takınarak ahlaki davranışlar için rasyonel ilkelerin kaçınılmazlığını ileri sürmüşlerdir.Tutarsız davrandıklarından ziyade kendilerine iyi bir yöntem edindiklerini söyleyebilirim.Aslında bu septisizm ve özellikle kritisizm yani eleştirel tavır,  felsefeye bir yöntem kazandıracakdır, tabi nihai hedef olarak düşünülmemeleri kaidesiyle.

Septisizm ve kritisizmin gerekliliği üzerine bir kaç şey eklemek istiyorum.Örneğin bir anlam arayışında insanın az da olsa bir düşünmeyle, 2 karara varabilmesi mümkündür.Her şeyin anlamı vardır, ya da hiçbir şeyin anlamı yoktur.Her şeyin biraz anlamı olması gibi bir durum söz konusu değildir.Agnostisizm bu noktada bilemeyiz ayağına yatarak bir anlamda anlamsızlığa yakın bir hayatı öngörür.İçinde bulunduğumuz bağlama de atıf yapan bir analoji yapacak olursak, sınav esnasında bizden çözmemiz istenilen bir soruya karşı, "bu soru çok zor, bu soruyu yapabilmek için yeterli bilgide değilim" şeklinde bir tavır alırsak ve soruyu yapmak için çabalamazsak, soruyu yapmak istemediği için yapmayıp bütün bir sınav uyuyan çocuktan farklı olmayız.Bu inandığımız şeyi denemeye dair bir yönteme çevirmek yapılması gereken şeydir.Hepimiz için öyledir.Bu yöntemin ve aslında septizmin noksanlığı insanda, direkt olarak aitlik hissini doldurmak adına alınmış hızlı ve saçma kararlara yöneltir.Kolektivizme.Genelde ait olduğunuzu hissettiğiniz bir grubun ortak düşüncesini savunurken, o grubun seçkin, tanınmış üyelerine atıfta bulunuyorsanız, gerekli düşünmeyi yapmamışsınız demektir.İnsanın, şuyum diyebilmesi için üniversitede bir sene hazırlık okumasından fazla, Youtube'da bir  video izlemesinden fazla bir şey gerekir.Oysa en nihayetinde amacın bile bir yere ait olmak olması yine saçmalıktır.Tüm bunlar, eleştirel tavır ve şüphe duymanın hayatımızdaki gerekliliğine dikkat çekmek adına birer örnek teşkil eder.Türkiye'de çoğu insan için "müslüman" tanımı, Türkiye'de doğmuş olmakla ilgili bir kavramdan fazlası değil.Kültürün getirdiği bu takı, yine popüler kültürün getirmiş olduğu "ateist" takısından farklı bir şey de değil.Gerçekten müslüman olabilmek için bir ara müslümanmış gibi davranmamak, tüm hayatın boyunca müslüman olduğunu sanıp müslümanmış gibi davranmaktan iyidir.


Sofistlerin düşünceleri bir yana, üzerine düşünmek gereken daha önemli düşünceler vardı.Ve evet..Nihayet Sokrates.Bir tarihi Sokrates Öncesi(Presokratik) ve Sokrates Sonrası(Sokratik) olarak ikiye ayırabilecek nitelikte kilit bir adam.Kendisinin "iyi" bir insan olarak nitelendirilmesini duyduğumdan sonra sempati duyduğum birisi.Eddard Stark kadar onurlu bir adam.Fakat almış olduğu kararlar elbette onurlu olmaktan çok daha anlamlı şeyler üzerineydi.Doğa felsefesinin üzerine düşmüş de olabilir, fakat Atina'nın içinde bulunduğu şartlarda politika ya da moral düzen adına pragmatist bir yaklaşım kendisine daha makul gelmiş olmalı.Özellikle Atina halkının, onu gençleri yoldan çıkarmak ile ilgili suçmalarından yola çıkarak kendisini şöyle hayal edebilmek mümkün: Aynı Zenon'un kullandığı saçmaya indirgeme yöntemine benzer şekilde, sokakta hayatın anlamına, iyiye ya da bilmeye dair yanılgıda olan insanlara ayar veren bir sokak filozofu.Yine de iyi mizacına yapılan atıftan "ayar verme" tanımının aşırıya kaçmış olabileceğini söyleyebilirim.Sonuçta kendisinin pratik anlamda üstlendiği bu hareketin, insanlar üzerinde değişiklik yapması gereken reformist bir hareket olması gerekiyordu.İşte "ilkeli yaşamak" öğretisi sunan bu hareket sonucunda aldığı idam cezasında; yaşamaktansa, ilkeli yaşamak için ölmeyi tercih etti Sokrates.Haksız yere idam edilmenin, haklı yere idam edilmekten daha iyi olduğunu savunuyordu.Özellikle son iki cümlede "ilkeli yaşamak" kavramı ile vurguladığı şeylerin altını çizmek istiyorum.Ona haksız yere idam edilmenin kötü bir şey olduğunu söylemek, ölmeyi neredeyse bir yok oluş şeklinde tanımlamaktır.Kendisinin yaşamayı ne denli ele aldığını anlamak adına bir şeyler söylemek istiyorum.



Geçenlerde ateist bir adamın, teistler hakkında doğru olduğuna inandığı şeyleri söylediği bir videoya denk geldim.Bu arkadaş teizm inancına sahip olan örneğin yahudiler ya da müslümanlar gibi kişilerin, "ölüm" kavramını, inançlı olmayan kişilere karşı çok fazla vurguladıklarını söyledi.Teizm inançlıların özellikle, tehdit etmek başlığı altında, evrenin ölümünün gerçekleşmesinin ardından inançlı olmayan kişilerin hak ettiğini bulacağına inandıklarını söyledi.Bu nedenle inançlıların, "Siz göreceksiniz!" tarzında bir yaklaşım ile çoğu zaman insanların çoğuna negatif, öfke dolu bir yaklaşım sergilediklerini söylemekteydi.Varmak istediği nokta da belli ki, kötü bir teizm profilini ispatlamaktı.Öncelikle bir insanın teizm ya da ateizm gibi dini inançlar neticesinde iyi da kötü olarak genel bir tanıma sokulmasındaki yanlışlığı belirtmek isterim.Fakat buradaki genellemenin yapılmasındaki düşünceye önem veriyorum.Genellemeler çoğu zaman doğrudur.Fakat bu da bir genelleme, o yüzden yanlış da olabilirler.Yine de tümevarıma gitmek isteyen bir düşüncenin, birkaç örnek gördüğü bellidir.Böyle bir genellemenin "müslümanlık" adına daha doğrusu müslümanlık sanılan şey adına yapılabileceğini düşünmekteyim.Çünkü bir şeyin niteliğinin çoğunluğun uygulamasına bakılarak -ki mantık hatasıdır- değerlendirildiği günümüz dünyasında, böyle bir genellemenin doğması makuldur.Ve Kur'an'dan uzaklaşmış, mezheplerin çelişkileri ve saçmalıklarıyla dolu olan bir "dinde", insanların "inandık "demeleriyle ve birtakım dini ritüelleri yerine getirmeleriyle "cennette" kendilerine kesin bir yer biçmeleri kaçınılmazdır.Oysa müslümanlığın hiçbir yerinde cennetin garantisinin olmayışı, insanda delicesine bir endişe uyandırması gerekir.Sonsuz yaşamımızı belirlediğine inandığımız bu eylemlerimizin hangisinin sonunda artık rahatlayıp geri kalan "soruları" yapmaya tenezzül etmeyiz ki? Gerçekten bir müslümanlık anlayışında, ölüme dair bir endişe olması gereklidir.Tanrıya inandık demek özellikle de yaşadığımız yüzyılda neden bu kadar abartılmaktadır? Eşitliğin evren üzerinde hiçbir zaman, hiçbir yerde söz konusu olmadığı gibi, bundan bin yıl öncesinde doğru tanrıya inanmakla şimdi doğru tanrıya inanmanın eşit olduğunu söylemek yanlıştır.Günümüzün bilimsel verilerinin kanımca tanrıya inanmayı makul kıldığını dolayısıyla inanmanın öyle baba bir meziyet olmayışını söylemek isterim.En azından özellikle Türkiye gibi bir coğrafyada bir kısmı yanlış da olsa , en azından tanrı algısını getiren bir kültürün içinde var olmuş isem, benim için sorumluluk, inanmaktan çok da öte olsa gerek.İşte inanmış olmanın bana bir kazançtan daha çok bir sorumluluk yüklemiş olmasının verdiği bir endişeyle ölüme inanırım ben.Demek istediğim nokta, ölümü inançsızlara "yanıldığınızı göreceksiniz, yanacaksınız." diyerek sunan bir teistin şapkayı eline alıp düşünmesinin gerekliğiğidir.Ve böyle bir genellemeyi yapabilen bir ateist için, gerekli ortamın sunulmaması sağlanmış olur.Tabi elalemin ateisti, bize ne istediği gibi düşünsün de diyebiliriz.Fakat iki türlü de ölümü arzulamanın gerektirdikleri konusunda, yanılgıya düşmemeliyiz.

(29-2)"İnsanlar, inandık demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar?"

(3-143)"Andolsun, siz ölümle karşılaşmadan önce onu temenni ediyordunuz.İşte onu gördünüz, ama bakıp duruyorsunuz."

Tüm bu şeylere de Sokrates'in "yaşamayı" nasıl ele aldığıyla ilgili bir şeye değinmek için anlattım."İlkeli yaşama"'nın önemi vurgulamaya çalışıyor ve Sokrates ölümü bu dünyadaki yaşamımızın bir sonu olarak görüyor, var oluşumuzun bir sonu olarak değil.Öyleyse yaşamak iki parçaya ayrılamaz ve ilkeli yaşamak bir bütündür.Ölümün etkileyebileceği şeyler neler olabilir o halde? İlkeli yaşamış olan bir insan, öldükten sonra ilkelerini yok mu  sayacaktır? Acaba bir dünyada tanrının sınavını başarıyla geçebilmiş, kendini tanrıya ispat edebilmiş ve iyilerin arasında sonsuza kadar yaşamaya hak kazanmış bir insan, öldükten sonra, yani cennette kötü olsa cennetten men edilir mi? Bu sorunun cevabını bir anlamda tahmin edebilsem de, böyle bir şeyin mümkün olabileceğini düşünmüyorum.Çünkü bu nitelikte bir insan ölümü yaşayışında değişiklik yaratacak bir referans olarak görüyorsa,zaten ilkeli yaşamamış demektir.Biz zaten cennette böyle bir davranış sergilemeyeceğimizi kanıtlamıyor muyuz bir nevi? Yani bu sorduğum soru aslında şuna dönüşüyor: Cennete girdikten sonra kötü olmayacak kadar iyi birisi, cennete girdikten sonra kötü olabilir mi? Sorunun saçmalığını gördükten sonra ilkeli yaşamak adına çıkarabileceğimiz şeyleri anlayabiliyoruz.Peki ölüm neyi değiştirebilir? İlkeli yaşamak adına hala bir şeyler öğrenebilme şansını yaratır ölümden öncesi.İşte bu ölüm buna referans olabilir.Ölümün benim davranışlarımı değiştirmemdeki tek etkisi, bana onları değiştirebilmek konusunda tanıdığı haktır.Fakat kendisine yaklaştığım her gün, varlıktaki var oluşum adına kendi davranışlarımda iyiyi gerçekleştirebileceğim son şanslarımdır.Tüm var oluşumda kendimi gerçekleştirebileceğim potansiyel günlerin azalıyor olması bende endişe uyandırır.Ölümle olan tüm münasebetim budur.Ölümü, Herhangi bir eylemimde potansiyel "iyi"mi gerçekleştirdiğime inanıp ilkesiz yaşayanı tehdit etmek için kullanamam.Ölümle hiçbir zaman arkadaş olamam, benim kendi iyimi gerçekleştirebilmemdeki bir son olduğunu bilirim.O halde ancak kendimi tehdit etmek için ölümü kullanabiliyorsam, sana da hatırlatmak için kullanabilirim.Sonuç olarak "ilkeli yaşamak" benliğimizin var oluşunun bir bütünü olmalıdır ve ölümün buna dair değiştirebileceği bir şey yoktur, ancak ondan öncesinde biz değiştirmez isek.

Genel bir giriş anlamında, insan üzerine felsefenin girişine dair hem tarihsel şeması için sofistler ile hem de özellikle Sokrates'in amaç olarak gördüğü şeyi analiz etmeye çalıştım.Bu amacı da teizm açısından ele aldığım aşikardı.Sonraki yazımda Sokrates'in siyaset felsefesine ve etik anlayışına dair bir keç şey söyleyip ardından öğrencisi Platon'a dair uzunca bir yazı yazmak arzusundayım.O zamana kadar, hepimizin iyi işler yapması temennisiyle.İyi kalın.  

Lâedrî



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder