Değişim Problemi ve Varoluşsal Sorular I


Merhaba Dünya.

Değişme probleminin Antik Yunan felsefesindeki şemasına bakarak ardından "değişimin" kendimce analizini yapmaya çalıştığım ve varoluşun getirdiği bir kaç probleme değindiğim bir yazı olacak.Değişim Problemi açısından bahsetmekte olacağım düşünür Herakleitos'un karşısında yer alan Elea Okulu filozoflarını da yazının hacmi gereği muhtemelen "Değişim Problemi 2" olarak ele alacağım.

Değişim üzerine ilk düşüncelere antik felsefede Elea Okulunda rastlamak mümkün ama henüz bu döneme gelmeden önce yine Yunan felsefesinin okullarından, Pythagorasçılardan bahsetmek istiyorum.Bildiğimiz ismiyle Pisagor, bu okulun kurucusudur.Thales , Anaksimenes , Anaksimandros'un kültüründen beslendiği İyonya Okuluna nazaran , batı geleneğini temsil eder.Teolojik görüşlerine bir göz attığımızda bu kültürün yoğun şekilde Hindistanın ruh göçü düşüncesinden içerdiğini görebilmekteyiz.Ve aslında bu düşünce onlara felsefe bir amaç da kazandıracaktır.Miletoslular(İyonya Okulu) gibi "theoria" yani salt bilmek için düşünmek ve öğrenmek arzusundan ziyade bilgi ile mistik bir arayış içinde olmuşlardır.Onlar için bilmek evreni anlamak ve dolayısıyla evrenle bütünleşmek anlamındadır.Ruh ve bedeni ayırmakla birlikte insanın gerçek özünün ruhda olduğunu düşünmüşler , hayatta yani ruhun bedenle olan ilişkisinin sonucunda ruhlarının hak etmiş oldukları varlığın bedenine sahip olacağına inanmışlardır.İşte ruh göçü ışığında felsefeyi bu şekilde anlamlandıracaklardır.Tabi felsefeyi amaç olarak mı yoksa araç olarak mı ele aldıklarının sonuç açısından önemi olmasa da bu ele alışın ürünü düşünceleridir.İşte bu düşüncelerin Herakleitos'un değişim problemi bağlamında sunacağı düşünceler ile zıt oluşu sebebiyle,karşılaştırma yapabilmeyi mümkün kılmak adına , kendilerine bu yazıda yer ayırmak istedim.Düşüncelerinde düzenli ve amaçlı bir evren yani uyum barınmaktadır.Nitekim en başında da bahsettiğim gibi evrenin bir parçası olma gayesiyle kendi içlerindeki uyumu da , aslında evrenin yapısal ilkelerini anlamaya çalışarak onu tefekkür ederek sağlamaya çalışmışlardır.Bu durumda şeyler onlar için düzen ve ahenk anlamını taşımaktadır.

Bu probleme dayandırılan bu üçüncü dönemde (MÖ 540-480)Herakleitos'un karşısında saf alan Elea okulunu görmekteyiz aslında.Arkhe problemine dönüp göz atacak olursak , evrenin ilk maddesini anlamaya yönelik bir problem olduğunu hatırlayabiliriz.Bu probleme cevap arayışlarının arkasında aslında bir nevi çokluğun gerisindeki birliğine yönelmenin kabullenilmişliği bulunmaktada idi.Yani özellikle Miletoslular , bu birlikten çokluk-evren- düşüncesinde kabul ettikleri şey bu tümevarımın doğru olduğuydu.Ama Herakleitos "bir olanın çokluğa nasıl dönüşebileceği" gibi soruların yanıtsız kaldığını düşünmekteydi.Bu noktada değişmez , kalıcı bir "bir" ele alınırsa "çok"luğa tekabül edemiyeceğinin altını çizerek arkhe anlayışını terk ederek , "bir" i bir süreç ve değişim içinde değerlendirmiştir.Tıpkı öncekiler gibi "her şeyin bir olduğu" düşüncesini aslında kendisi de benimsemiştir , fakat "her şeyin akış içinde" olduğu teziyle bu birliği dinamizm ile anlamlandırmıştır.Ve bence diyalektik düşünce adına anlamlı bir düşünce olan düşüncesi ise kozmosu çatışma ve savaşın sonucu olarak görmesidir.Ona göre şeylerin varlığa gelişi , doğasıyla birbiriyle karşıt olanların çatışması sonucunda mümkün olur.Nitekim iyinin var olmasını mümkün kılan şeyin kötülük olması gerçeğinde olduğu gibi , iyi ancak kötü varsa iyi olabilir.Ve tabi bunun gibi bir çok karşıtlığı sosyal hayata da taşımıştır.Savaş varsa barış mümkündür ve dolayısıyla ona göre karşıt güçler dengesinin yokluğu toplumsal bir yok oluş anlamına gelmektedir.Ve kendisinin de bu noktadan sonra değişim çözümünü ele alışını da "savaş" ın üzerine oturtmaması kaçınılmazdır ve nitekim değişmeyi , varlıkta aslen varolan karşıtların birinden diğerine doğru geçiş olarak tanımlayacaktır.Buraya kadar bir anlamda bazılarını tutarlı bulduğum düşüncelerinin yine her ne sebepten olacaksa materyalizm doğrultusunda saçmaya yöneldiğini düşünmekteyim.Çünkü Herakleitos söz konusu akış için arkhe olarak "ateşi" seçmiştir.Ona göre ateşin yoğunlaştığı zaman nemli hale gelmesinden , basınç altında suya dönüşmesinden ötürü evrendeki çokluğa dönüşüm aşamasında ilk madde için rasyonel anlamda ateşi uygun görmüştür.Evrende süregelen bu akış içerisindeki tüm değişmelerin , değişmeyen bir yasaya göre gerçekleşmesi ne gariptir.Değişmeyen tek şey değişim değildir sadece, şeylerin nasıl değiştiği de değişmeyen bir şeydir.Farketmiş olacağınız gibi bir gün uyandığımızda yerçekimi ivmesi değişmemektedir.Evrenin işleyişi varlıkları değişime zorlasa da evreni değişime zorlayan bir işleyiş yoktur.Herakleitos'un kurduğu paradigmada "logos" öğretisinden  panteizmini temellendirmekte olduğu aşikardır.Şüphesiz ; savaşı , değişimin parçası olarak görüp her şeyi değişim çerçevesine sokmaktan sonra, değişimin ta kendisi ve şeylerin nasıl değiştiği gerçeklerini yani evrenin kurallarını bunlardan dışlaması kaçınılmazdır.Bu durum evreni , doğayı , işleyişi tanrının kendisi olarak görmeyi doğurur ki öyle de olmuş nitekim.Şuanda zihinlerimizde sahip olduğumuz "tanrı" algısından ne kadar farklı olduğunun altını çizmek isterim.Materyalizm bünyesinde bile "bişeyler" in farklılığına "tanrı" atıfında bulunmak gerçeği; kozmosun , savaşın düzeninin, bir tanrıya ihtiyacı olduğunun gerekliliğinin düşüncesi değildir de nedir? Yani evrenin mümkün varlık olduğunun kaçınılmazlığı her noktada zorunlu varlık çıkmazına götürür , her ne kadar yanlış paradigmaların içerisinde arayışlarla da olsa.Kafamda aslında uzun süredir yer eden bir soru bulunmakta , ve sanırsam direkt olarak konuyla bir alakası yok ama yine de bir yerine bağlamayı düşünüyorum.

Değişim yasalarından biri olan entropinin bize söylediği kaçınılmaz şey evrenin ölümü.Onun öncesinde Kur'an-ı Kerim'in bize söylediği şey de bu ve bu onu apaçık ve dosdoğru bir gerçek yapmakta.Bilimi sahiplenmeye çalışan bir ateist de olsanız bu gerçeği kabullenmek zorundasınızdır , tabi onunla nasıl yaşar ya da yaşamazsınız, o da farklı bir tesadüftür.Değişimin fenomeninin evreni ölüme götürdüğü var ise, değişmeyen bu yasalar ilgili de bir zamanda çok şey değişeceği kesindir.Yine panteizm bakış açısındaki tanrı algısında evrenin kendini imha moduna alması da tutarsızdır ama entropi bilimsel gerçeğinin farkındaysanız zaten panteist olmadığınızı varsayıyorum.Nihayetinde bir gün kıyamet kopacak ve evrende yaratılan mahlukatların yaratılması için bir ortam olmayacak.İşte bu sunduğum yargı aslında sahip olduğumuz bir bilgi değildir dolayısıyla hakikat olmadığı aşikardır.Yani mahlukatların yaratılması için bir ortam olmayacağı yargısı.Öncelikle bu noktada var olmanın iyi olup olmadığı tartışması ortaya çıkar.Var olmanın garip bir fenomen olmasının yanı sıra içimde bulunan yaşama içgüdüsü bu dünya yanılgısında bile var olmayı arzulatıyor ise bana,  var olmak konusunda objektif davranamam.Var olmayı istediğim var olmanın iyi bir şey olduğunu göstermez.Yokluğun bilgisine sahip olmadığım için subjektif bir yargı da üretemem.Dolayısıyla varlığın iyi ya da kötü oluşunun değerlendirilmesi bu bilgisizlik ile mümkün değildir.Fakat Tanrı var ise mükemmel olmak zorundadır , ve aslında var olmanın mükemmelliğin bir niteliği olduğunu çıkarabilirim.Ama yine mükemmel olan Tanrının beni var ettiği gibi yok edebilmesi de mümkün ise o zaman mümkün varlığın var oluşu ile zorunlu varlığın var oluşu kesinlikle farklı şeylerdir.Fakat İslamda görmüş olduğum üzere her şeyin amacı var oluşumun önkabulu üzerine dayalıdır.Ve fıtratımda var olmaya devam edecek olmanın arzusu görmekteyim.Bu nedenle çoğunlukla subjektif olarak var olmanın iyi olduğuna inanırım.En azından bunu var olmamanın deneyimini düşünüp korktuğumdan söyleyebilirim.Öyleyse bilinçli bir yaratık için var olmanın kendisi için iyi olduğunu söyleyebiliriz.Fakat intihar eden insanların oluşu beni bu konuda çıkmaza götürmektedir.Ya onlar için var olup olmamanın düşüncesi gerektiği gibi yapılmamış ve seküler yanılgıda mutsuzluğa katlanamayıp en azından o anda var olmamayı seçmişlerdir , ya da var olmamamak yeğlenmiştir.Fakat ikincisine olanak vermesem de iki türlüde iyi bir pazarlık olmadığından düşünmenin ürünü olmadığı söylenebilir.Yine de bir genellemeyle bilinçli yaratıklar için var olmanın iyi olduğunu söyleyebilirim ve tanrının iyi olduğu dolayısıyla da mahlukat yaratılışının durmasının henüz yaratılmamış bilinçli yaratıklar için kötü olduğunu söyleyerek , iyi olan ve sonsuz kudrette bir tanrı için sonsuz sayıda bilinçli yaratığın var edilmesini iyi görüyorum.İşte soru da bu aslında.Kıyametin olmasının nedeni, evrenin kendi içindeki işleyişi sebebiyle sonunun gelmesi gerekliliğinden midir yoksa insanlığın sonunun gelmesi gerekliliğinden mi? Aslında inandığım şey burada, sonsuz mahlukat ve sonsuz evrendir.Bu sorunun bir cevap olmamakla birlikte , bu varsayımda kafama materyalistik çercevede merak uyandıran başka bir soru gelmektedir.Peki bu evrenlerin işleyişi , kuralları şuanda yaşadığımız evren ile aynı mıdır? Yani aslında bir anlamda işin magazini olarak gördüğüm bu soru , özellikle evrenin işleyişi ve kurallarını baz olan problem olan değişim problemini düşünürken sıklıkla zihnimde belirmektedir.Peki acaba mükemmel olan kuralların ve işleyişin bulunduğu bir evrende miyiz? Bu sorunun aslında retoriği yapılmaya elverişlidir zira evrenin bileşenlerinin birbiri içerisinde uyumu aslında evrenin mükemmelliğinin bir kriteri olabilir.Evrenin başlangıcından beri madde ve antimaddede zuhur eden savaşın varlığı gibi evrende gerçekten bir savaş bulunmaktadır.Fakat yüzyıllar öncesinden bu savaş, kaos değil fakat kozmosun bir parçası olarak yorumlanabilirken Celal Şengör gibilerinin inançsızlıklarını temellendirmesi ne gariptir.Savaş vardır ve dolayısıyla barış da.Ve değişim evrenin ölümünü mümkün kılar.

Lâedrî

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder